İnsanlar bildiğini sandıklarını, onları o anlık da olsa derinlemesine merak etmedikçe öğrenemiyor. Bu senenin Eylül ayına girerken, ki en sevdiklerim arasında ilk üçtedir herhalde, diğer anlamının ilkgüz olduğunu öğrendim. Baharın sonuncusunun başlangıcının ismi. Güzün ilk ayı, ilkgüz.
Eskiden sözlüklerle haşır neşir bir çocuktum, elimden düşürmezdim. İlkokul öğretmenimizin tembihlerinden biriydi, lisede İngilizce için aynısını yapmıştım. Hiç unutmuyorum, çocuk aklım çok yetersiz diye sızlanmıştım bir defasında çünkü temel kavramların ne olduğunu açıklayamadığımı fark etmiştim. Halbuki çok doğaldı ama sanırım beynim daha fazla bilgiye muhtaçtı.
Sözlük kullanımı bende bir farkındalık yaratmıştı yani; öğretici olduğu kadar ne kadar az bildiğimi de gösteriyordu. Bu noktada yarı dolu veya yarı boş biçimde görmek bize kalıyor. O yaşlarım sanırım hayatımın en verimli yaşlarıydı, evet yedi, sekiz, dokuz yaşlarımdan bahsediyorum. Her şeyi yalayıp yutmak için seferber olduğum zamanlardı ki zamanla da köreldiğimi görebildim. Yine bir şeylerin farkındalığı üstüme çöküyordu. Evet, tek değildim belki ama kendimde bunu gözlemlemek üzücüydü.
İnanır mısınız çocukluğumdan beri dertli, endişeli bir yapım var. Kulağa komik geliyor ama bu böyle ve buna neden olanın ne olduğuna dair pek bir fikrim yok. Çünkü bunu gözlemleyebilmek adına çocukluğuma inebileceğim bir aralık bile yok, en başından beri böyle. Oyun dahi oynasam aksi yönünü sorgulamayı aklıma kazımışım. Bunun beni ölene dek bırakmayacağına eminim.
Sözlük bu bakımdan bir güvence kaynağıydı çünkü ne olduğunu bilmediğim kelimenin cevabını hemen hemen her zaman bulabiliyor ve doğru kabul edebiliyordum. Elbette şimdi böyle değil, işler değişti. Ne kadar çok fikir varsa bilgi o kadar fakirleşti. Şaşırtıcı bir tezat gibi görünse de böyle. Sanırım çağımızın en büyük problemlerinden.
Herhangi bir konuda başvurmam gereken noktalar hep bölük pörçük olunca bazen bunların toplandığı tek bir merkezin ne kadar verimli olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Endişemi azaltabilir, arayıp bulduğuma olan güvenimi artırabilir ya da çağın zorluğunu aşmak için yardımcı olabilirdi. Derken dünyanın git gide ne kadar namussuz bir hale büründüğü geliyor aklıma ve tüm hayallerim paramparça oluyor. Biliyorum ki, böylesine bir yapı distopik günlerin ve sonuçların önünü açmaktan geri kalmazdı.
Özet geçelim: gözlerimi merakla bilgiye çevirdim, analog dünyadaki görece yerel ve kısıtlı bilginin bereketinden yararlandım, gün geçtikçe artan bilgi selinin rahatlığına kapıldım ve susuzluğumun dinmesini acıyla izledim, şimdi de kaynağının çözemediğimden genetik olduğunu varsaymak zorunda kaldığım pesimistliğimin tadını hiç olmadığı kadar iyi alıyorum.
Photo by Eduardo Olszewski on Unsplash
Şimdi, şimdiye gelelim. Güzel bir alışkanlık olarak sözlüklerden kopmadım. Hatta ilkokuldan beri hiç olmadığı kadar çok kullandığımı bile söyleyebilirim. Nitekim bunun nedeni daha sık yazıyor oluşum. Acaba yazmasaydım başvurmak aklıma hiç gelir miydi? Bak gördün mü, yine yaptım işte. “Acaba” ile başladım ancak olumsuz şekilde bitirdim.
Peki bunun reçetesi ne olabilir? “Korkunuzu yenmek için onun üstüne gidin” derler ya, bu uygulanabilir belki. Bizi gerçek ve kesin bilgiye yönlendirecek konuların ardını bırakmamamız gerek. Bunlar arkadaşlarımızın yazılarında duyduklarımız, okuduğumuz kitaplarda merak ettiklerimiz ya da yazmak için çabalarken öncesinde bizim doğru düzgün öğrenmemiz gereken her şey olabilir. Yani bile isteye, bilgi edinimi içinde bulunmak gerekli. Tabi en önemli malzeme olan merakın da içimizde yattığını bilmeli. Düzenli olarak yazmalı, okumalı ve yaratmalıyız ki bilginin korunumu başka şekillere bürünsün, kendi içinde dallanıp budaklansın ve sonrasına taşınsın.
Bunu yapmak için ilkokul dönemlerinden beri kitap okuyorum. Yazmak okumakla başlar bana kalırsa. Ne yazdığımızın önemi yoktur çoğu zaman, bu doğru. Fakat bir şeyler oluşturmak için oluşturulanları incelemek gerekli. O kelimeyi kullanmak istiyorsak önce onun nerede kullanıldığını gözlemlemeli.
Kitap okumak not tutmamı, kelimenin ne anlama geldiğini büyüklerime sormamı, algıda seçici bir hal alıp öğrendiklerimi gün içerisinde daha fazla yakalamamı ve derslerimde daha odaklanmış biri olmamı sağlıyordu. Ne zaman bunların sıklığı azaldı, bildiklerime güvenmeye başladım. Sanırım o beğenmediğim endişenin en güzel yanı burada beliriyor: bildiğimizi sandığımız şeyi merak etmeli, doğruluğunu sorgulamalı ve şüphe etmeli.
Peki ya bir nedenden ötürü artık yapamazsak?
Dün yine üstünde düşünüyordum: Ya bir şekilde bilgiye olan erişimimiz kısıtlanırsa, bahislerin doğruluğu sağlanamazsa ya da kaynaklar tümüyle yok olursa, o halde ne olacak? İnternete erişemeseydik örneğin, ne hale gelirdi dünya? En sevdiğimiz kaynaklara başvuramamak hayatımızın gidişatını nasıl etkilerdi? O anda artık beğenilmeyen koca koca ansiklopediler, tozlu raflarda yatan sözlükler oldukları yerden gururla tekrar ayaklanacaktır. Kitaplara olan talep hiç olmadığı kadar artacaktır. İnsanlar tekrar kalem tutmayı öğrenecektir. Dijitalin dostu klavyeler yerini gürültücü daktilolara bırakacaktır. Bu da baş ağrısı ilaçlarına olan talebi artıracaktır.
Kulağa çok kıyamet sonrası senaryosu gibi geldiğinin farkındayım ama dünyada yarın neler olacağıyla ilgili kimin doğru düzgün tahmini var ki? Biz istesek de istemesek de, hayat hiç beklenmedik yerlere sürüklenecek.
Aslında fark edileceği üzere, bu defa bir endişe yok ortada, bir merak var. Çünkü zaman geçtikçe evrimi devreden bir yapı belirebilir mi diye düşünmeden edemiyorum.
Sözün özü, yaşa bakmadan, dönemi umursamadan eğitimin her türlüsüne devam etmeliyiz. Okumaya, yazmaya, araştırmaya, not tutmaya, sorgulamaya, kaydetmeye zaman ayırmalıyız. Bunun için gerekli olanın ne olduğunu düşünüyorsak onun peşinden ayrılmamalıyız. İnsanın görünmez evrimi bilginin korunumu ve onu yukarıya taşımaktır. Tıpkı bugün ölüm yıl dönümü olan muazzam yazar ve eğitmen John Ronald Reuel Tolkien’in de söylediği gibi:
”True education is a kind of never ending story — a matter of continual beginnings, of habitual fresh starts, of persistent newness.”
“Gerçek eğitim, sürekli hale gelmiş taze başlangıçlar ve kalıcı yenilikler meselesi olan hiç bitmeyen bir hikayeden ibarettir.”
Comentários