top of page

Türünün Son Örneği

  • Writer: Sarnav
    Sarnav
  • Jan 5, 2024
  • 25 min read

Ayın zarif ışıltısı altında uzanan liman kasabası sessiz uykusundaydı. Gece bir örtü gibi çökmüştü ve çıt çıkmasını engelliyordu. Tüm bu huzurlu tabloyu bozan ise uyuyamadığı için dar sokaklarda volta atan bir delikanlıydı. Uzaklaşma isteğine karşı gelerek bildiği arka sokaklarda gezinip durdu. Tüm derdi yorgunluğun vücudunu ele geçirmesiydi, böylece rahat bir uyku çekebilecekti. Bu sokakların birinde ilk başta nereden geldiğini pek de anlayamadığı bir inilti duydu. Sanki yaralanmış bir köpeğin sesiydi bu. Nereden geldiğini çözüp adımlarını fark etmeksizin oraya sürükledi ve inlemelerin hırıltıya dönüşmesini dinledi.

Yaklaştığını sansa da ardından çöken ani sessizlik onu ürküttü. Her zaman gezindiği ara yolların dışına çıkmıştı. Evinin yoluna tutmak için dönse de sesi tekrar duyunca olduğu yere mıhlandı. Merak ediyordu, kimin köpeğiydi bu? Çevredeki taş evlerin görüntüsünü pek seçemedi. Seslerin ikiye ayrıldığını anladığında köpeklerin dalaştığını düşündü. Muhtemelen biri diğerinin avı oluvermişti. O anda orada ne aradığını sorguladı; hızlıca yatağına dönmek istedi. Hırlama sesi kulaklarında çınlarken, ardından neyin koştuğunu anlayamadı. Görece küçük adımları ise onu eve taşıyamadı, son bir çığlık eşliğinde olduğu yere yığıldı. Gecenin içinden yükselen çaresiz bir imdat, gölgenin içinde yatan köpeğin uğultusunu dahi bastırdı.

“Duydun mu, pek yazık olmuş. Gencecik çocuktu.”

“Evet, herkesin dilinde. Nasıl olmuş bitmiş bilen yok ama.”

“Merak etme. Kasaba büyükleri duruma bir açıklama getirir.”

Kuşku yok ki tüm ahalinin gündemi buydu. Gerilim gündelik yaşama izini bırakırken ortada çok fazla söylenti dolaşıyordu. Sanılanın aksine kasaba büyükleri de şaşkın ve çaresizdi. Çünkü işin garip yanı olan üç düzenli kesik ile ilgili mantıklı açıklama getirilemiyordu. Yakın aralıklı, birebir benzeyen ve adeta bir bilirkişinin elinden çıkan derin izler ağızları açık bırakmıştı. Katil bir kasap olsaydı belki böyle bir iş becerebilirdi ancak o bile gecenin köründe bunun üstesinden gelemezdi. Hatta bu türden bir kesici aleti olacağı bile şüpheliydi. Şüpheye yer bırakmayan asıl nokta ise buna sebep olan kişi belli ki işinin ehliydi.

İncelemeyi yapan doktor da yaşananlar karşısında suskundu. En anlaşılır açıklama, el yapımı bir alet ile saldırıldığıydı. Ancak daha fazlasını söyleyebilecek yetkinliği hissetmiyordu. Açıklamalar ve varsayımlar içleri ferahlatmaya yetmediğinden kuşku dolu bakışlar ortama hâkimdi.

Kasabanın ileri gelen beş büyüğü, cesedi inceleten kolluk kuvvetleri lideriyle birlikte aynı ağızdan konuşma kararı aldılar. Emrindeki ekipler kasabanın güvenliği konusunda sevilen ve sayılan bir ekip olarak tanınmasına rağmen, anlam getiremediği olay canını sıkıyor ve güvenilirliklerini zedeliyordu. Kimisi yaşanan bu olayın abartı olduğunu düşünürken lider bir an önce çözüm istiyordu. Beş farklı parçaya bölünmüş bir zihin gibi görünen ve aynı anda sakallarını sıvazlayan yaşlı liderler de aynı endişeleri taşıyordu. Neler yaşanmıştı böyle? Senelerdir kaza ve doğal ölüm dışında herhangi bir saldırı olayı yaşanmamıştı. Huzuru bozan bu durum açığa kavuşmalıydı. Duruma acilen el atılmalıydı. Bir an önce halk konseyini toplama kararlaştırdılar ve buyruklarını iletip hazırlıkların yapılmasını istediler. Konunun üstü öylece kapatılır ise halkta yaratılan panik zamanla artabilirdi. Ne de olsa kasaba halkını iyi tanıyorlardı, bu türden bir konu öylece unutulacak cinsten değildi.

Öte yandan huzursuz dedikoduların arasında yaşam devam ediyordu. Fırından yine taze kokular çıkmak zorundaydı, yaşlılar pencere kenarındaki çiçekleri sulamak, bebekler ağlamak, terziler sökük dikmek, demirciler örs çınlatmaktan mesuldü. Evet, artık kuşku dolu bakışlar ve düşünceler ortama hâkimdi ama hayat bu işte, devam etmekle yükümlü.

“Hey doktor! Ne olmuş, bari sen bir şey söyle! Herkes farklı telden çalıp duruyor. Kasabaya sızan biri olduğunu söyleyen de var, vahşi bir hayvanın dağdan indiğini anlatan da. Nedir işin aslı? Bilsen bilsen sen bilirsin. Sana danışmış olmalılar.”

“Neden bana danışmış olabileceklerini düşündün ki?”

“Kasabadaki tek doktor sensin de ondan.” Demirci terini silip onun saçma sorusuna güldü.

Sorguya çekildiğini hisseden doktor tereddütle komşusuna yanaştı. Yüzü asıktı. Durum canını çok sıkmışa benziyordu.

“Açıkçası… Emin değilim. Neler olduğunu anladığımı söyleyemem.” Duraksadı, gözlerini yerden kaldırdı ve demircinin kirli suratıyla karşılaştı. Bir an gerçekliğe döndüğünü hissetti. “Derin kesikler var. Kimin yaptığı belli değil. İyi işlenmiş kesici aletler kullanılmış gibi görünüyor. Bıçak olabilir. Belki de el yapımı özel aletler…” Biraz daha bakıştılar ve konuşmadılar. Demirci, doktorun bir şey ima edip etmediğini anlamak için çıkışmayı düşündü. Zira kasabadan temin edilebilecek en keskin parçalara buradan ulaşabilirlerdi. Bıçaklar da buna dâhil. “Sanırım biraz dinleneceğim. Başım çatlıyor, gözlerim kamaşıyor gibi geliyor.”

“İyi de güneş tepede bile değil. Ah, anlıyorum. İnceleme yaparken biraz zorlanmış olmalısın. Durum o kadar kötü görünüyordu demek ha?” Kendince laf attığını düşündüğünden içten içe övündü. “Neyse, sen git de dinlen. Ben de gümüş parçalarımı dövmeye döneyim. Bu cevher üstünde çalışmaya alışmam gerekecek gibi görünüyor. Gümüşler sandığından daha hassastır. Her neyse, bir yüzük üzerinde kafa yoruyorum. İnce işçilik zor zanaat.” Siyah camlı çalışma gözlüklerini indirirken doktor da konuşmadan ona bakıyordu ancak alnından akan ter sohbete son verdi. “Hadi git, kötü görünüyorsun.”

Doktor ise zor kaldırdığı eliyle selam verip kendini eve zar zor attı. “Nasıl doktor bu böyle, bir de hastaları iyileştirecek sözde,” homurdanan demirci yılların verdiği tecrübenin ardından çekici parmağına vurduğu için utandı. Hızlıca çevresine bakındıktan sonra sargı bulmak için içeri hücum etti.

---

Gün sonu yaklaşan karanlık insanlara dile getirmeye çekindikleri o korkuyu hatırlatırken dışarıda neredeyse hiç kimse kalmamıştı. Neredeyse. Olayın saçmalıktan ibaret olduğuna kesin bir kararlılıkla inanan âşık bir çift haricinde dışarıda kimsecikler yoktu. Tiz sesten bebek ağlamaları dar sokaklar arasında yankılanıyorken onlar aşklarını yaşamakla meşguldü. Bunu sadece gözlerden uzakta yapabildikleri için anlatılanlara kulak asmamayı tercih etmişler ve gençliğin verdiği heyecanı yaşamayı yeğlemişlerdi. Vakit geçtikçe kız dayanamadı ve ürperdiğini dile getirdi.

“Bugün dışarı çıkmak iyi bir fikir miydi?”

“Bu da ne demek şimdi, buna inanmadığını söylemiştin! Hem başka çaremiz mi var?” Ona döndü ve loş ortamda göz göze geldiler. Ellerini sıkıca tuttu. “Seni seviyorum ve bunu elimden kimse alamaz. Söylentilerdeki katil bile çıkagelse karşı koyarım.” Gülüştüler, öpüştüler, gecenin karanlığında sarılıp yekvücutlarıyla yuvarlak bir gölge gibi göründüler. Kızın titremesi biraz olsun dinerken soğuk bir rüzgâr ara sokağın kıvrımlarını fırsat bildi ve titremelerini anında yeniledi. Bu defa ona sevgilisi de eşlik etmişti.

“Yine de, artık gitsek iyi olacak, ne dersin?”

Aşık genç onun aniden değişen tavrına kızsa da onu seviyordu ve karşı gelmenin de faydasını göremiyordu. “Peki, o halde,” cümlesi yarım kaldı ve arkasından gelen sese yöneldi. Bir köpekti bu. “Burada ne arıyorsun küçük köpek? Neredesin?” Kızın onu kollarından çekiştirmesine güldü ve elinden tutup köpeğin olduğu yöne yürüdüler. “Gel, yaralanmış olmalı. Dönmeden evvel yanımıza alalım.” Karanlığın içindeki çaresiz sese yaklaştılar. Çok geçmeden minik iniltiler gürleşti ve önce hırlamaya sonra ise kızgın bir yaratığın coşkulu sesine dönüştü. Korkan çift gerisin geri adım attı. Fakat önlerinde yükselen gölge onların donup kalmasına sebep oldu. Yaşadıkları korku dolu an karşısında ağızları bir karış açık şekilde kalakaldılar; ne yutkunabildiler ne de bağırabildiler.

Esen rüzgârla burunlarına dolan ıslak postun o sevimsiz kokusu midelerini ekşitirken karşılarında dikilen heybetin ne olduğunu çözemediler. Ancak oradaydılar ve hareketsizdiler. Ta ki bakıştıkları vahşi siyahlığın içinden atılan pençenin onlarla buluştuğu ana kadar. Önce genç adam parçalara ayrıldı. İşte, ilk defa bağırabildi genç kadın. Ancak çok geçmeden sona erdi ve geceye korkutucu bir çığlık hediye etmekten fazlasını yapamadı.

---

Doktor, en yakınındaki kovaya koşarak midesindekileri boşalttı. Geldiği kasabalarda da benzer vakalara baktığından kahvaltı alışkanlığını geride bırakması gerekmişti. Ancak burada yaşananlar daha fenaydı. Getirilmiş cesetlerin başında toplanan kasaba büyükleri hüzünlüydü, korku doluydu. Güvenlikten sorumlu tutulan ekip ise bunlara ek olarak sinirliydi. Kendilerine yediremiyorlardı. O an alınan yeni karar ile birlikte derhal gece devriyeleri oluşturulması kararlaştırıldı. Konu bugün kesin olarak toplanacak halk konseyinde iletilebilirdi. Dünkü toplantıda insanların korkularını körüklememek adına konuşmanın ertelenmesinden ötürü yaşlılardan bazıları kendini suçlu hissediyordu. Zira kararsızlıkları başka bir cinayete sebep olmuştu. Bu gençlerin aklını çelebilselerdi, belki de hayatta kalmalarını sağlayabilirlerdi. Yine de elden bir şey gelmeyeceğini bildiklerinden bu düşünceyi def etmeye çalıştılar.

“Doktor Bey, iyi misiniz?” Yaşlılardan biri sordu. Son birkaç gündür çok iyi göründüğü söylenemezdi. Önceki günlerde özel tedavisi için ziyaretine geldiğinde böyle görünmediğini de eklemeyi unutmadı.

Kovadan başını kaldırdıktan sonra yanıtladı, “Sanırım midemi üşüttüm, emin değilim. Birkaç güne toparlarım. Ne olduğunu anlayamadığım bir durum, çözmeye çalışıyorum.”

“Anlaşılan o ki doktor da bir doktora ihtiyaç duyuyor. Komşu kasabaya gitmeniz için gerekli işlemleri sağlayabiliriz,” diye konuya dâhil oldu güvenlikten sorumlu ekip lideri.

“Kasaba bana ihtiyaç duyuyor. Burayı öylece bırakıp gidemem. Endişenizi anlıyorum ancak burada kalıp neler olduğunu anlamaya çalışmalıyım. Dediğim gibi, birkaç gün içerisinde daha iyi olmaya başlarım. En azından benden sonraki gezici doktorun buraya geleceği birkaç haftalık sürece kadar dayanabilirim. Merakınız için teşekkürler.”

“Endişem halk için.”

Sessiz onaylar eşliğinde asıl konuya döndüler. Cesetlerde yer alan kesikler önceki kurbanın bedeninde bulunanlar ile benzerdi. En azından genç kız için böyle söylenebilirdi, zavallı adamın her bir yana dağılmış eksik bedeni için çok fazla çıkarım yapılamıyordu ne de olsa. Öte yandan kanaat getirdikleri tek husus, açıları ve derinlikleri kısmen farklı olsa da aynı kişi tarafından yapıldığıydı. Bu çok açıktı.

“Anlaşılan cinayeti tek başına işlemiş ve gece vakitleri dışında hareket etmiyor. Dün bu konu hakkında harekete geçmemiz gerekirdi. Neyse, artık geç kalamayız; adamlarımdan birkaç ekip kurup öncelikli noktalara atamalar yapacağım. Düzenli bir dağılım sağlamaya çalışırım.” İşine ciddiyetle sarılan kolluk kuvvetleri amiri yanındaki adamına birtakım yönergeler vermeyi ihmal etmedi.

“Teşekkürler. Biz de gün içerisinde gerçekleştireceğimiz halk konseyinde durumu nasıl aktarabileceğimiz konusunda tartışacağız.” Yaşlı adamlardan biri doktora döndü. “Bize söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?”

Doktorun ise gözü uzaklara dalmıştı, başı dönüyordu. Boğuk bir biçimde yankılanan sorunun kendisine yöneltildiğini anlayınca söylenenin tekrarlanmasını istedi.

Ekip lideri, doktorun iyi olmadığına çoktan kanaat getirmişti. Doğrulurken yardım için elini uzattı ancak nazikçe reddedildi. Kendine gelen, “Teşekkürler. Nasıl desem… Bunlar rastgele yapılmış kesikler gibi durmuyor hepsi göğüs bölgesini hedef almış gibi görünüyor,” diyerek fikrini belirtti.

“Bunu nereden anladınız?” kollarını kavuşturan ekip lideri söylenene anlam getiremedi.

“Bilemiyorum, öyle görünmüyor mu sizce de? Sanki özellikle bu bölge hedef alınmış ve ıskalanmış gibi görünüyor. Hayır, ıskalanmadığını görüyorum. Yani demek istediğim, sanki bu çiziklere neden olan her ne ise, sanki zarar vermekten çok onlara sarılacakmış gibi görünüyor.” Sözler ağzından öylece çıkmıştı.

Yaşlı adamlardan biri ekip liderinden önce davrandı. “Doktor, saçmalamanın sırası değil. Lütfen işin ciddiyetinin farkına varın. Ne olduğunu anlayamadığımız bir durumla karşı karşıyayız ve siz katilin kurbanlarını kucaklamaya çalıştığını söylüyorsunuz. İşiniz burada bitmiş gibi görünüyor.” Sert bir bakış atıp ekip liderine döndü. “O halde herkes kararlaştırıldığı şekilde harekete geçsin.” Amir de sert baş ifadesi ile onayladı ve bir an önce işinin başına koşturdu.

Hiç kimse doktora bakmadan birbirini onayladı. Fakat giderken herkes onu göz ucuyla süzdü. “Söylenecek şey miydi şimdi bu?”

---

Açık görüşmelerin yapılacağı konsey, halka haber edildikten birkaç saat sonra toplanmak için hazırdı bile. Malum konu herkesin hayatına etki etmeye başlamıştı. Artık fısıltılar yerini korku dolu hikâyelere bırakıyordu. Bu da haliyle panik havasını artırıyor ve anlamsız söylentileri beraberinde getiriyordu. Kasaba büyükleri tarafından açıkça dile getirilmesi düşüncesi, halkı bir nebze olsun rahatlatmaya yönelikti. Böylece hem fikirler dinlenecek hem de olabildiğince uygun açıklamalar sağlanacaktı. Beş liderin yönetimiyle başlayan toplantı, konuşmak isteyen birkaç kişiye söz hakkı verilerek devam etti. Olası hırgürün önüne geçmek adına kolluk kuvvetlerinin bir kısmı da konseyin çevresinde yer alıyordu.

Halkın güvencesi olarak tanınan ekip lideri de güvenlik konusundaki tedbirlerini açıklayarak halkın rahatlamasını sağladı. Asıl onun söylemlerine ihtiyaçları varmış gibi görünüyorlardı. Doktor da kısa bir konuşma yaptı fakat kurbanların aileleri dışında çok fazla dinleyen olmadı.

Toplantı bitiminde katılım gösteren kasaba halkı işlerinin ve sohbetlerinin başına dönebildiği için mutluydu. Kurbanların aileleri ise cenaze töreni düzenlenmesini talep etti ve isteklerin yerine getirileceğini belirtildi, karşılıklı olarak taziyeler kabul edildi. Büyükler tarafından yapılan açıklamalar ailelere olabildiğince üstü kapalı şekilde yapıldı. Kaldı ki onlar da pek bir şeyden haberdar değildi. Yine de detayları paylaşmayı şimdilik tercih etmiyorlardı. Bilememek onları da tüketiyordu.

Kendini eve atan doktor çok kötü bir akşam geçirdi. Artık zor olsa da herkesten saklamaya çalıştığı hastalığıyla ilgili belirtilerini günbegün not alıyor, kendini dinliyordu. Vücudundaki kaşıntılara ve artan iştahına bir türlü anlam veremiyordu. Kaldı ki midesinin sonu hep bir bulantı ya da gün içerisindeki kusması ile son buluyordu. Bu gece de öncekilerden farksızdı. Yatarken ateşi çıkıyor ve sonrasında gözleri kararıyordu. Havale geçirdiğini not almıştı. Karşı konulmaz bir ağırlık göğsüne otururken yer yer baygınlaşıyor ve kendini sabaha karşın kasabanın ücra köşelerinde uyanırken buluyordu. İşte buna bir anlam veremiyor ve böylesine garip bir konuya teşhis koymayı beceremiyordu. Daha öncesinde duymadığı bir vaka idi. Keşke elinde benzer belirtileri gösteren bir hasta olsaydı, en azından durumu anlamak için bir adım atmış olabilirdi. Derken ekip liderinin söyledikleri aklına geldi, belki de diğer kasabaya uğramalıydı. Bu şekilde tedaviye muhtaç kişilere yardımcı olamazdı. Hızlıca boş verdi ve takıntılı olduğu ev temizliğine geri döndü. Fazla temas ettiğini düşündüğü bölgeleri yorgun vücudunun el verdiği kadarıyla baştan aşağı sildi, her gün nerden geldiğini anlayamadığı toz ve tüyleri süpürdü. Yakınındaki ahırdan olabileceğini fark etti.

Sakin geçen gece herkesin gönlüne biraz da olsun umut serpti. Halkın güne kişilik kazandıran o bilindik akışı ve beraberinde yükselen sesleri daha bir cıvıltılıydı. Fazladan pişirilen çörekler sabahı yumuşatmaya yetiyordu. Yetişkinler satın almak için sıra olurken çocuklar da ellerinde sevdiği oyuncaklarıyla bir oraya bir buraya koşturuyorlardı. Otlak arazideki sevinçli kuzular gibi sesler çıkarıp zıplıyorlar ve ortama neşe saçıyorlardı. Sanki o iki günlük cinayetler hiç yaşanmamış gibiydi, matem havası aniden yok olmuştu.

Demirci atölyesindeki o tekdüze sinir bozucu çınlama bile güven aşılıyordu. Düzenin yerinde olduğunu çağrıştırıyor, metalin çarpışan gürültüsü cesaret veriyordu. Bakımı yapılan çiçekler bir başka güzel kokuyor, renkleri herkesin manzarasını süslüyordu. Kasaba hızlı bir şekilde eski ruhuna kavuşmuştu.

Ancak içten içe herkes biliyordu; inkâr etseler de zihinlerinin bir köşesinde aralarında bir katil olabileceği düşüncesi yer alıyordu. Gece boyunca devriye gezecek görevlilere güvenmek ve evden çıkmamak ile kendilerine düşen payı yerine getirdikleri takdirde her şeyin iyi olacağına olan inançları ise tamdı. Çünkü başka çareleri yoktu.

“Kaç senedir buradasın?” rahat geçen gecesinin ardından konuşmayı bu defa doktor başlatmıştı. Her zamanki gibi işinin başında olan demirci ise şaşkınlığını gizleyememişti.

“Oh, demek uykunu alabildin. Sahi, bağrışma ve köpek havlamaları duymadım. Kasabalının keyfinin yerinde olmasına şaşmamalı,” çevresindeki insan trafiğini hızlıca gözlemledi. Yeni bir çekiç darbesi atmadan evvel duraksadı, “Ben diyeyim kırk, sen de elli yıl… Uzun zaman yani. Bir noktadan sonra saymadım zaten. Kasabadaki en eskilerden biriyim diyebilirim. Senin ne kadar oldu? Üç hafta mı dört mü?”

“Dört bitiyor. Yakında sonraki kasabaya geçmem gerekecek. Işıktaç şehrinin en küçük ve güneydoğusundaki kasabası. Hakkında çok duyum almadım ama küçük yerlerde neler olacağı bilinmez. Gelişmeye açık bir yer olacağını ümit ediyorum.”

“Doğru doğru,” diye geçiştirdi demirci. Aslında kendisi başka bir konu açma niyetindeydi. Hazır konuşuyorken ve onun buradan ayrılacağını biliyorken eskileri açmayı uygun buldu. Uzun zaman sonra ilk defa. “Aslında bir eşim vardı, biliyor musun? Eh, bu yaşta bir adamın hala insan olarak kalabilmesi için daha bilinçli birinin varlığı lazım. Uzun yıllar boyunca zorlanıyordum, sanki kendimde değil gibiydim. Ancak yaptığım iş,” inen çekiçten çıkan tiz bir çınlama, “sakin kalmamı sağlıyor sanırım. Gümüşün de etkisi var tabi,” ve kaba bir kıkırdamayla noktayı koydu.

Onu süzen doktor, demircinin kaba saba birisi olduğunu sanmıştı, bu yanını hiç düşünmemişti. Aslında kendisinden başkasını düşünmezdi. İlginçtir ki, bir doktor olarak bu kendine pek yakıştıramadığı bir özelliğiydi. İçgüdüsel olarak kendini hep farklı bir konuma koyma gereği duyuyordu. Bunun nedenini çözememişti ve kesinlikle doktor olmasıyla alakalı değildi. İçinde yatan bir his kendisini diğer kasabalılarla aynı kefeye koymamasını sağlıyordu. Bunun nedenini gezgin bir doktor olmasına vuruyordu hep. Bu yüzden şansı varken komşusu olan demircinin sözlerine kulak kesilmenin en azından bu defa iyi olabileceğini hissetti. O konuşmasına devam ettikçe anlam veremediği dostane bir yakınlık hissetmeye başladı. Belki babası yaşında olduğundan ve hayatında böyle bir figürün eksikliği çektiğinden tetiklenmiş olabilirdi. Çok fazla varsayım kafasını allak bullak etmeye başladığından tüm bu sorgulamaları bir kenara bıraktı ve sadece ona, ana odaklanmayı yeğledi.

“…Bu yüzden de eşim gümüşü çok severdi. Ona yakıştığını biliyordum. Daha bir parıltılıydı onun ellerinde. Ancak boynuna takmazdı, boğuluyormuş gibi hissederdi. Onu anlayabiliyorum. Ben taksam ben de aynısını hissederdim. Parmağımdaki yüzük ona ait ama bak, parmağım kızarık ve kaşıntıya neden oluyor.” Yüzüğü yavaşça oynatıp altında yatan hafif yarayı gösterdi. Gözleri ise doktorun üstündeydi. O ise kaşlarını çattı, dengesini kaybetmiş gibiydi. Fark eder etmez sordu, “Başın mı döndü yoksa?”

Sıcak hava dalgasının boğuculuğuna maruz kalmış gibi hisseden doktor kendini aniden geri çekti ve başının zonklamasına küfretti. “Bu aralar böyleyim, biliyorsun kendimde değilim. Teşhis edemediğim bazı rahatsızlıklarım var.” Daha fazla detaya girmemeye özen göstererek sustu.

Yan gözlerle ona bakan demirci babacan bir eda takınarak tavsiyede bulundu. “Bir doktor değilim ancak bir demirci olarak sana iyi gelebileceğini düşündüğüm bir şey var.” Örsün üzerindeki cilasız yuvarlak gümüş parçasını gösterdi. “Bir yüzük yapıyordum. Gideceğini biliyorum ve komşun olarak sana hediye etmeyi düşünüyordum. Kabul etsen de etmesen de sana vereceğim, hiç öyle bakma. Dedim ya, elimden gelen tek şey bu.” Sözleri karşısında mahcup hisseden doktorun omzuna vurarak yakınlık gösterdi. “Bana biraz zaman ver, bugün uygun hale getirir tamamlarım. Sonrasında onu asla parmağından çıkarma. Burada kalışının ve dostluğumuzun bir nişanesi olsun.”

“Çok teşekkür ederim. Gerçekten. Sanırım kabul etmekten başka çarem yok, emeklerine saygım sonsuz. Ancak ben sana ne verebilirim bilemiyorum, kendimi kötü hissettim.”

“Dert etme doktor. Sen bana varlığınla kim olduğumu hatırlattın. Eski anılarımı anlatabilecek yakınlığı kimsede bulamamıştım. Fakat seninle birlikte bunları tekrar gün yüzüne çıkarmaktan çekinmedim. Bu bana verebileceğin en güzel hediyedir. Ancak unutma, tembihime uymanı isterim. Onu asla çıkarma.” Göz kırptı. Başıyla onaylayan doktor da gülümsedi ve daracık evindeki işlerini bitirip hazırlandı, kasaba büyüklerinden birinin özel bakımıyla ilgilenmek adına yola çıkması gerekiyordu.

Demirci ise kaldığı yerden devam ederken hiç olmadığı kadar mutluydu. “Kaç sene oldu?” Söylenmeye başladı. “Benim gibi biriyle karşılaşalı ne kadar zaman geçti?” Parmağındaki yüzüğü okşadı, altındaki kızarıklığı zor da olsa kaşıdı. “Yokluğun canımı yaksa da, sevgilim, bilmeni isterdim; sonunda öcünü almanın bir yolunu buldum. Hem de hiç beklenmedik bir biçimde. Umarım bunu yapacağım için beni bağışlarsın.”

---

Gece vakti. Yatakta huzursuz kıpırdanmalar. Yarı uyanık bedenler. Şişkin ayın parlaklığı köy meydanındaki alçak su birikintisine vururken ansızın duyulan iştahlı bir uluma. Bu gece kan dökülecek.

---

Devriyeler planladığı gibi kol gezerken ikili üçlü ekipler halindeydiler. Belli saat aralıklarıyla nöbet değiştiren ve sokakları denetleyen kolluk kuvvetlerinin genç üyeleri korkularını içinde taşıyarak hızlı adımlar atıyorlardı. Hiç kimseyle ya da hiçbir şeyle karşılaşmamak için içten içe bir umut taşıyorlar ve gecenin bir an önce bitmesi için etli butlu görünen aya yalvarıyorlardı.

Karanlığın tonu siyah ile lacivertin aralığında seyrediyordu. Yıldızlar bu saatlerde güzel görünüyorlardı ancak herkes yukarıya bakacak vakit bulamıyordu. Her bir sokak bitimi sonrasında dönüp tekrar adımlamak ya da bir başka sokağa dönmek için karanlığın içine yürümek en büyük korkulara karşı gelmeye benziyordu. Hayır, bahse değer bu yıldızlar kesinlikle yardımcı olmuyorlardı; ışık getirmedikleri gibi olan biteni gözlemekle yetiniyorlardı.

“Yeter artık, ben meşaleyi yakacağım.”

“Hayır, salak!” kısık sesle karşı çıktı. “Amir boşuna mı dedi ‘kafanıza göre yakmak yok’ diye?”

Bir üçüncü genç atıldı. “Tamam ama neden illa birisiyle karşılaşmadan yakamıyoruz ki? Çok saçma.”

“Dur, bir ses duydum. Siz de duyuyor musunuz?”

“Köpek iniltisi mi bu?”

“Hırlama duyduğuma eminim ama… Başka biri daha var gibi.” Diğer ikisine talimat verdi. “Sessiz olun ve yaklaşın. Meşaleyi hazırda tut ve yakmaya hazırlan.”

Yaklaşırken sesler farklılaştı. Sakinleşen ses tonu ile sinirli bir diğerinin varlığı şimdi daha netti. Garip bir şeyler olduğunu düşünen devriye ekibi bir bahçenin taş çitleri ardında çömeldi ve dinlemeye koyuldu.

“Neden yapıyorsun bunu?” dedi sakin ses. Genç bir adamın sesini andırsa da tonlamasında garip bir şeyler olduğu aşikârdı.

Sinirli olan diğeri atıldı. “Buna ihtiyacımız var. Sen olsan da olmasan da buna ihtiyacım var. Bir gün senden kurtulunca rahatlayacağım.”

“Masum insanları öldürmek göze çok batıyor. Bunu başka şekilde halletmelisin.”

Hırladı. “Halletmeliyiz. Unuttun mu? Bu işte beraberiz. İstesen de istemesen de.”

Diğeri ise inledi, “Lütfen buna bir son…” Aniden durdu. Sakince ayağa kalktı ve koklamaya başladı. Ortamdaki değişik kokuları hissetti. Bakışlarını taş çitin ardına çevirip hemen atıldı.

“Meşaleyi yak! Hemen!” Emri verdikten sonra olduğu gibi yere yığılan genç adamın yanındaki korkudan yere düştü ve kekelemeye başladı. Diğeri ise elinde meşale ile koşturdu. O da şok geçirmişti, bağıramıyordu.

“Ne… Ne… Nesin sen?” kocaman bir yutkunma sesi sessizliğe eşlik etti. Devamında ise kurban, üç çizik darbesinin gazabına uğradı. Çok geçmeden gelen uluma fazla uzaklaşamayan gencin kulaklarına dek uzandı.

Boş bir ahırın içindeki saman balyalarının ardına saklanmıştı. Ancak kokusunu alacağını bildiğinden bir an önce meşaleyi yakmanın yolunu arıyordu. İzini süren canavar ise civardaydı. Biliyordu çünkü hırlamasını duyuyordu. Fakat garip olan bu hırlamaya eşlik eden konuşmaydı. “Neredesin seni lanet olası?”

İçeri bodoslama dalan canavar balyaların ardına koştu ve sinirle içine atladı. “Nereye saklandın!”

Tüm bu süre içinde dışarıdan gelen bağrışmalar onu telaşlandırdı. Yakalanma korkusuyla çevresine bakındı, bir yandan da koklamaya devam etti. Onu bulamadığı için küfretti ve ahırdan çıkmak üzereyken duyduğu tıkırtıyla son kez arkasını döndü. İşte, oradaydı, alçak tavanın bulunduğu kısımdaydı. “Yukarıdasın! Demek bu yüzden bulamadım seni, sefil yaratık.”

“Lütfen beni öldürme!” aman dilenirken gözlerini yavaşça yana çevirdi.

Acele davranması gereken canavar dışarıdaki bağırışların yaklaştığını anlayınca sokağı gözlemledi. Bunu fırsat bilen genç ise son bir çare olarak cebinden çıkardığı taşla beraber sakladığı meşalesini tutuşturmaya girişti. İşe yaramıyordu. “Hadi hadi!”

Aniden ona dönen canavar üstüne atıldı ve henüz tutuşan sopanın ucuna bir hamlede bulundu. Sol avcuna saplanan meşaleyi uluyarak bir kenara fırlattı. Tutuşmaya başlayan balyaların kokusu burnuna hücum ederken diğer devriye ekiplerinin oraya varacağını hatırladı. “Kahretsin!” Dörtnala koşarak ahırdan kaçtı ve karanlığın içinde kaybolurken acılı bir uluma daha duyuldu.

Sağ kolunu tutan genç korku dolu anları sadece sıyrıklarla atlattığına sevinemiyor, titreyen bacaklarına söz geçiremediğinden son gücüyle emekleyerek kendini ahırdan dışarı atmaya çalışıyordu. Akabinde yetişen devriye ekiplerinden bazıları onu kollarından tutup sürükledi, diğerleri ahıra müdahale etmek için işbirliği yaptı. Bir yandan da olay yeri güvenliği için o alanı gözlüyorlar ve kasabalının güvenliğini sağlamak için hazırda bekliyorlardı.

Dilini yutmuş genç kurtarıldığında baygındı. Olay yerinde bulunan ekip lideri ise onun hemen yanı başındaydı. Katille ilgili bildikleri ilk defa elle tutulur bir biçimde şekil almıştı. Bu husus sabahı bekleyebilirdi. Zira öncesinde ölen iki gencin yasını tutmakla meşgul olacaktı.

---

“Demek istediğin, iki katil mi var?” Ekip lideri gencin uyandığı haberini alır almaz onu ziyarete koşmuştu.

“Hayır amirim. Yani… En azından böyle olduğunu sanmıyorum.”

“Karanlıkta göremediğini mi söylüyorsun?”

Kasabanın büyükleri ve doktor da içeri girdiler ve ekip lideriyle selamlaştılar.

“Biz de henüz başlamıştık.”

“Nasılsın, genç adam?” büyüklerden biri hız kaybetmeden başladı, “Sağ kaldığın için çok şanslısın.”

“Haklısınız efendim.”

“Neler olduğunu bize tam olarak anlatabilir misin?”

Anlatılanlar büyük bir iştahla dinlenirken şaşkınlık nidalarına kuşkucu bakışlar karıştı. Birbiriyle tutmadığını düşündükleri noktaların yanı sıra söylenenleri pek mantıklı bulamamaları genç hakkında tekrar düşünmelerine yol açtı.

“Genç adam, ahırda başını bir yere vurmadığına eminsin öyle değil mi? Ağzından çıkan kelimelerin bazıları pek bir saçma. Bunun farkında olmalısın.”

“Ama efendim!”

Ekip lideri doktora döndü, “Siz hiç konuşmadınız. Yoksa yine kötü mü hissediyorsunuz?”

Ortamdan soyutlanmış olan doktor sorunun sarsıntısıyla kendine geldi. Boğazını temizledi. Sesini çıkarmadan gence yaklaştı ve tetkikler sağladı. Sağlığını tehlikeye atan bir durum gözleyemedi. Kolundaki sıyrıkların da -önceki kurbanlardaki kadar derine inmediğinden- yapılan ilk yardım dışında ek bir tedaviye ihtiyacı yoktu.

“Fiziksel olarak bir sorunla karşılaşmadım.”

“Ne demek bu?”

Parmağını sağa sola götürürken gözleri takip etmesini istedi, birtakım basit sorular sordu ve aklının doğru çalışıp çalışmadığını ölçmeye girişti. Bazı basit mantık hataları görmezden gelindiği takdirde genç gayet iyiydi.

Dayanamayan büyüklerden biri onu acele ettirdi. “Doktor bey daha ne kadar sessiz kalacaksınız?”

“Demek postu vardı, boy ölçüsü bir insana göre büyükçeydi, bu yüzden hafif kamburdu; hırlamaktaydı ve aynı zamanda, tüm bunlara rağmen seninle konuştu ve sen de anladın öyle mi?” Herkes kısa bir anlığına birbirine bakındı ve anlatılanları hızlıca tartıp olay üstünde tekrar düşündü.

“Kulağa…” Amirine mahcup bir şekilde bakış fırlattı, “Kulağa ne kadar saçma geldiğini biliyorum ancak hepsi doğru. Kocaman vahşi bir hayvandı bu!”

“Anlıyorum,” doktor tek kelime dahi etmeden odadan çıkmak üzereydi. Görünen o ki genç hakkındaki sessiz kararı herkesi etkilemişti, diğerleri de aynı suskunlukla peşinden geliyordu. Bir tek amiri kalmıştı, belli ki iki çift laf edecekti ve gerçeğin nasıl geliştiğini öğrenecekti. Arkalarından ise son bir bağırış duyuldu.

“Bir insan! Bir insanın suratı vardı! Onun içinde hapsolmuş biri vardı.”

Tepesinin tası atan amiri duruma müdahale etti, “Dur tahmin edeyim, sana yardım eli de uzatan o muydu, evlat?” Suspus olan genç ağlamaya başlarken doktor ise omzunun ardından kaçamak bir bakış fırlattı. Amiri ise devam etti. “Yine de merak etme evlat. O katili bulup öldüreceğim. Şüphen olmasın.” Doktor, kaşları çatık ekip lideri ile göz göze geldikten sonra oradan ayrıldı.

---

“Yaralı çocuk nasıl?” demirci pat diye konuya dalmıştı yine. “Sana diyorum doktor, hangi hayallere dalıverdin bu defa?”

“Ah, şu devriye görevlisi mi? İyi gibi. Bir dakika,” duraksadı ve kapının eşiğinden ayrılıp bahçesindeki sandalyeye oturdu. “Nasıl haberin oldu?”

Kükreyen bir kahkaha ortamı sardı, “Kasabada böyle ilgi çekici şeyler hemen duyulur.”

“Başka neler duyuldu peki?”

“Yani işte, nasıl desem, iki takım arkadaşının kaybını duyduk. Üzüldük tabi. Aileleri perişan olmuştur,” ona baktı, “Öyle değil mi?”

Doktor ise boşlukla randevudaydı, “Evet, buna eminim.” Komşusu onu süzmeye devam etti. Havayı dağıtma gereği duydu.

“Tamam, işte, olanlar oldu artık. En azından biri kurtuldu ve şimdi katili yakalamaya daha yakınlar. Kasabanın güvenliği iyi çalışır. Çok olay olmaz ama olan hepsine tanık oldum diyebilirim. Bir iki olay haricinde asayiş sağlandı. Bunun da üstesinden bir şekilde gelinecektir. Belki de katil artık bir daha böyle bir şeye girişmez, kim bilir?”

“Ona pek emin değilim.”

“Nasıl yani? Bu da ne demek şimdi?” Demircinin teri örse düştü, minik çınlamayı sadece o duydu.

“İki arkadaşının kaybından ötürü şoka girmiş gibi konuşuyordu. Bir canavar gördüğünü sanıyor zavallı.”

“Senin tahminin nedir?”

“Başlangıçta yabani bir hayvan olduğunu düşündüm ancak daha ziyade kurt ya da vahşi bir köpekten bahsediyor bana kalırsa. Kendisinin de pek emin olduğu söylenemez.” Yutkundu.

“Demek öyle. Buna sevindim.”

Doktor hızlıca sorgulayan bir bakış attı.

“Yani en azından bir hayvan ile karşı karşıyayız öyle değil mi? Bir insan olsaydı daha akıllıca davranabilirdi ne de olsa. Neyse artık bu konuyu kapatalım şimdi sana gelelim.”

Bu sefer bir damla ter doktorun alnından düştü. Konuşmanın gidişatı onu fazlasıyla germişti. Şimdi neden bahsediyor olabilirdi?

“Dün sana bahsettiğim hediye konusunda…” Bahçesinden ayrılmasını ve kendisine yaklaşmasını parmağıyla işaret etti. Kaba bir hareketti ama yine de onun karakterinin taşıyabileceği türdendi. Yarı açık atölyesine ilk defa bu kadar yaklaşan doktor örsün yanındaki çalışma aletlerini ve bazı kaba cevher parçalarını gördü. Henüz dövülmemiş parçalardı. Her şey yerli yerindeydi. Düzeni sevdiğini anladı.

“Şimdi gözlerini kapamanı ve avcunu açmanı istiyorum. Yüzüğü tamamladım ancak sana öylece vermek biraz garip geldi, anlarsın ya.” Kafasını kaşıdı ve güldü. Doktor da ona katıldı ve kabul etti. Yine de içten içe endişeliydi. Çok geçmeden açtığı avcunun içine bir nesne düştüğünü fark etti. Kor bir alev gibi sıcaktı hatta öyle ki elini yaktığına emindi.

“Ne verdin sen bana böyle! Ellerim yandı!” Gözlerini açıp avcuna baktı ve yüzüğü gördü. Gümüş bir yüzüktü bu. “Peki, neden ellerim yandı?” diye düşündükten sonra avcunu fark etti. Yüzüğü diğer eline aldı ve inceledi.

“Sıcak olmaması lazımdı. Dövmeyi henüz bitirdim evet ama sen dışarı çıkmadan evvel suya sokmuştum. Eh, ellerin çok narin olmalı doktor, insanlarla uğraşıyorsun ne de olsa. Benimki gibi kocaman, vahşi ellerin olacak değil ya,” ellerini beline attı ve kendini geriye atarak vücudunun el verdiği kadarıyla güldü. Hatta kükredi. Bir ayıyı andırıyordu.

Doktor ise onun söylemine gülümseyerek cevap verirken elini hızlıca tekrar inceledi. Bakışları yüzükle buluşunca gözlerini kıstı ve parmaklarından hangisine takması gerektiğini düşündü. “Böyle parlaması normal mi sahiden?”

“Pek öyle parlak olduğu söylenemez, neden bahsettiğini… Ah! Anladım!” Sert görünüşünün izin verdiği kadarıyla utanmış rolüne büründü. Az önceki erkeksi karizmasına ters düşen bir tavırdı bu. “Demek işçiliğimi övüyordun! Sen zeki bir adamsın. Doktor olmana şaşmamalı,” işte yine o kahkaha gelmişti.

Doktor ise mırıldandı, “Yalan söylemiyordum ki.” Demirci duymadı, o da boş verdi ve yüzüğü taktı. Önce garip hissetti çünkü daha önce hiç takma fırsatı bulamamıştı. Her yüzük böyle can acıtıyor muydu? Demircinin anlattıklarını hatırladı. Parmağına baktı, henüz bir kızarıklık olmamıştı. Yine de olmasını normal karşılayacaktı. Bir doktor olarak bu duruma bir açıklama getirememişti fakat açıklama getiremediği tek şey bu değildi.

Omuz silkti ve teşekkür etmek için elini uzattı. Onun arkadaşlığına yanıt veremediği için bir burukluk hissetti. Demircinin söyledikleri karın doyurmamıştı çünkü. Bundan fazlasını yapmak istese de nasıl yapacağını o an bulamadı. Buradan ayrılana kadar bir şeyler düşünecekti, aksi takdirde vazgeçecekti. Tabii buradan ayrılması konusu da son olaylardan sonra biraz ikircikli bir konu halini almıştı. Yaşananlar bir şekilde son bulana kadar burada kalması gerektiğini hissetti. En azından bir hafta daha.

---

Yeni gün kasabayı tüm canlılığıyla karşılarken devriyeler kol gezmeye devam ediyordu. Alınan acele karar dolayısıyla vakit fark etmeksizin görevde bulunmaları ve şüpheli olaylara müdahale etmeleri emredilmişti. Kasaba halkı bu duruma hızla alışmıştı zira durumun vahameti gayet anlaşılırdı onlar için. Ara sıra köy meydanında bulunan ekip liderinin varlığı da dikkatleri üzerine çekiyor, özellikle de çocuklarla dolu olan bir kalabalığın oluşmasını tetikliyordu. En zorlandığı an da çocukların kabzasındaki gümüş bıçağa uzanmalarını savuşturmak oluyordu. Her halükarda karşılıklı güven ve sevgi ortamı rahat bir hissi çevreye yayıyordu.

Aynı gün bahsi geçen habere göre halk konseyi bu defa akşam saatlerinde toplanacaktı. Buna anlam verilemese de geç saatlerde kendi kovuklarına çekilecek kasabalı şimdi bir arada olunca daha kenetlenmiş ve güvende hissedebilirdi. Toplanma amacı olarak ise kısa bir açıklama olacağı belirtilmişti. Bihaber şekilde katılım sağlayan halk, meydandaki toplanma alanını yavaşça doldururken -bu sefer açık havada yapılması kararlaştırılmıştı- herkes birbirine bakıyor ve olan biten hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.

Bütün kasabalı oradaydı, bebeklerini kucağında taşıyan anneler, ortada koşturup ebeveynlerinin yanına dönen zıpır çocuklar, yaşlılar, gençler hatta köye o gün uğrayan çerçiler.

Uğultunun artmasıyla kasaba büyükleri, ekip lideri ve beraberindeki en az iki düzine olan kolluk kuvvetleri yerini almış halkı selamlıyordu. Bebeklerinin uyanmasına içerlenen anneler bile bu akşam hiç olmadığı kadar güvende hissettiği için ağlamalarını görmezlikten geliyordu.

Kısa bir selamlaşma ve akşam hakkında bilgilendirme sonrası yaşanan olaylar üstü kapatılarak anlatıldı. Olayın kurbanı gencin aktardıklarına değinilmezken dolaylı anlatımlar sunuldu. Ağız dolusu laf edildi ancak sadece bir avuç elle tutulur havadis aktarıldı. Bu, kasabalının aklını çelmeye ve karnını doyurmaya yeterdi.

Konuşmanın sonuna doğru halkın fısıltıları yükselmeye başladı ve rahatlığın ortama hâkim olduğu görüldü. O an bir ses yükseldi, “Eh, madem öyle bu akşam beraber olmamızın şerefini neden kutlamıyoruz!” bağıran ekip lideriydi. “Sizler için yemek hazırladık ve bu gece kaçamak yapmanız için bir fırsat tanıyoruz!” Kahkahalar ve şaşkın ama gülümseyen yüzler olayı seyreden halkın arasında dolaşırken, merkeze doğru üstü örtüyle kapalı üç koca el arabası getirildi. Herkes altında yatanın ne olduğunu merak etse de bir tanesinin koyu kızıl renge bulanması ilgileri ona yöneltmişti. Demirci ve doktor da olan bitene anlam veremiyordu.

“Sanırım yiyecek bir şeyler getirdiler gerçekten de. Kokusunu alabiliyor musun?”

Afacan bir çocuk atıldı. “Amca deli misin? Buradan nasıl alalım kokusunu? Umarım tatlı bir şeylerdir.” Ellerini sabırsızca çırptı ve gözlerini tekrar merkezde olan biten gösteriye dikti.

Doktor önce karnını tuttu, sonra alnındaki teri sildi. Parmağındaki yüzüğü kaşıdı. Bir anda kendine hâkim olamaz göründü.

“Bu ufaklık kadar heyecanlısın bakıyorum doktor,” dedi ve dizine vurarak kahkahayı bastı. Öyle gürültülüydü ki yanındakilere de bulaştırdı. “Karnın mı guruldadı yoksa?” sinsi bir bakış attı. “Geceleri yemek yiyen biri olduğunu sanmazdım, doktorların daha sağlıklı ve kararlı davrandığını…”

Doktor yerinde duramıyor gibiydi. Tüm hızıyla ayağa kalktı, başı döndü, olduğu yere çöktü. Önce bir sonra her iki bacağı da olduğu yerde sürekli tekrarlayan bir hareket içindeydi. Kendinde değilmiş gibi davranıyordu ve o esnada sadece demirci bunun farkındaydı. Ellerini parçalayacakmışçasına kaşımaya devam ederken demircinin yüzü buruştu. Kızarıklık yerini açılan yaralara bırakmıştı.

“Evlat, kendinde değilsin sanırım. Buradan ayrılmak ister misin?”

“Hayır! Yani, hayır. Ben iyiyim. Karnıma bir ağrı saplandı sadece. Ayrıca,” ilk defa kendini inceleme fırsatı buldu, eline detaylı bir bakış attı. Teşhis koyan doktor bir anlığına dönmüştü, “Ah, nasıl yaptım bunu? Dönünce tedavi etmem lazım. Aslına bakarsan yüzüğü çıkarsam…”

Demirci o an eline hamle yaptı, doktor tepki bile verememişti. “Bana bir söz verdin, sözünü tut.”

“Ama çok kaşınıyor.”

“Biliyorum, benim de kaşınıyordu.”

“Peki ya nasıl geçti? Geçecek mi? Böyle bir şeyi mesleğim gereği sana sormak bana garip geliyor,” burukça gülümsedi.

“Alışık değilsin de ondan. Biraz zaman ver.” Etrafına baktı, sevinç çığlıkları atan her yaştan insanı gördü. “Özellikle de bu akşam.”

“O geyik etinin tadına sen de bakmak istiyorsun öyle mi?”

Bir ara kaybolan fırlama çocuk tekrar kendini gösterdi. “Ne! Geyik eti mi var? Yaşasın! Aslında hiç yemedim ama kesin güzeldir.” Dank edince sordu, “Bu haksızlık ama sen neden yemeğin ne olacağını önceden biliyorsun? Sırf büyüksün diye öyle değil mi? Yok anladım, doktorsun diye. Büyüyünce doktor olayım da her şeyi parçalayayım, yiyeyim.”

Çocuğun saçını sıvazladı ve gözleri kapalı bir şekilde güldü, “Umarım bir doktor olursun da kasabanın açığını kapatırsın.”

“Ne o, bir yere mi kaçıyorsun,” bu sefer konuşmaya dâhil olan demirciydi.

“Yakında gidiyorum, biliyorsun.”

“Ah evet, biliyorum. Pek yakında.”

---

Gözler bir kez daha örtüsü açılan farklı türden yemeklere kaydı. Buna yemek demek abes olurdu: bir ziyafetti bu! Yerinde duramayan çocuklar koşturunca yaşlılar da yavaşça ayaklandı. Kolluk kuvvetlerinin bir kısmı onları düzen içine soktu ve herkesin pay aldığına emin oldu. Bu esnada ekip liderinin gözleriyse fıldır fıldırdı. Birine bakıyordu, bir şey arıyordu. Henüz göremediği bir şeyler vardı, sadece zaman tanıyordu.

Demirci de doktorun ayaklanmasına yardımcı oldu ve yavaşça merkeze doğru geldiler. O sırada demirci karnının guruldadığından, uzun zamandır böyle lezzetli görünen bir et yemeğinden dem vuruyordu. Etin sulu, kırmızı ve aynı zamanda yağlı kısmının ağızda bırakan o hazzını vurguluyor, ikide birde yutkunuyordu. Ağzından akan sulara karşı olan savaşının kaybetmek üzere olan ise sadece o değildi. Gözle görülür bir biçimde salyaları akan doktoru gören birkaç kişi güldü geçti.

Bunu fark eden ekip lideri ise benzer hisleri taşıyamadı. Gözlerini o ikisinden ayırmamayı kararlaştırdı. Doktorun salyalarını yeniyle silmeye çalışmasını izlerken iğrendi. Böyle bir mesleğe sahip biri daha düsturlu ve edepli olabilirdi. Nerede doktorluğun getirdiği erdemli tavırlar? Sorgulamasını yarıda kesmek zorunda kaldı. Gözleri bir karış açıldı ve doktorun istemsizce açılan ağzını izledi. Resmen ısırık alma alıştırmaları yapıyordu, boşluğu gelişigüzel bir biçimde parçalıyordu. Hava kararmaya başladığından emin olamadı ama dişlerinin boyutu ürkünç görünüyordu. Yanındaki adamlarına jestlerde bulundu ve hazır bir biçimde beklemelerini emretti. Sert cisimlerle donanmış neferler gibi bekleyen gençler sahnenin ardında duruyor ve talimatları bekliyordu.

Yavaşça geldikleri için sıranın en ardında beklemek zorunda kalan ikilinin başı çatlamak üzereydi. Daha kötü durumda olan doktor ise vücudunun kontrolünü kaybetmiş bir tiryaki gibiydi. Titriyordu ve kaşınıyordu. Demirci ise hepsinin farkındaydı. Gözü sürekli onun elindeki yüzükteydi. Ara sıra da kasabanın yaşlılarına kayıyordu. Yerlerini tespit etti ve koluna girdiği komşusuyla konuşmaya başladı.

“Biliyor musun evlat, sana anlatamadığım bir husus daha vardı ve sanırım uzun zaman sonra bunu dile getirmem gerekiyor. Anlaşılan bu akşam sandığımdan da iyi bir fırsat.”

Titrek vücudundaki gücünü zar zor toplayıp kulağını çelen demirciye yöneldi. Suskundu, sadece dinledi.

“Senelerdir burada yaşamamın iki nedeni var. İşleyiş düzgün giderse ilkini daha sonra anlayacaksın sanırım ancak ikincisi hep içime attığım bir olaydı. Eşimden bahsettiğimi hatırlıyorsun öyle değil mi? Çok sevdiğim, beni ben yapan kişi. Kim olduğumu hatırlamama sebep olan, her daim yanımda taşıdığım kişi,” yüzüğünü okşadı. “O bunu bilmiyor ama ona bir söz verdim,” yutkundu, doktor da onu kopyaladı. Onun yutkunmasına neden olan önünde boylu boyunca yatan taze hayvan etiydi. Demirci ise hüzünle devam etti, “O ölmedi, öldürüldü. Hastaydı ve bir gün hasta yatağında vefat etti. Aslında iyileşmesine yardımcı olabilecek bir şey vardı ancak bunu yapmayı hep reddetti. O olay başına gelmesine rağmen hem de.”

“Ne… Ne olayı?” nihayet konuşabilmişti.

Demirci bir kez daha kendi aralarında kıkırdayan kasaba büyüklerine baktı. Yere tükürdü. Doktor anlam veremeyen bakışlarıyla onu süzdü. “Onlardan biri ki hangisi olduğunu bile hala bilmiyorum, eşime tecavüz etti. Eşim ben öğrendikten sonra kim olduğunu benden hep sakladı çünkü neler yapabileceğimi biliyordu. Yapmamı istemiyordu, birlikte mutlu yaşamımıza devam etmeyi arzuluyordu sadece. Bu yüzden ölene dek beni telkin etti. Fakat nedenini anlayamadığım bir şekilde hep o lanet insanlara değer veriyordu. Herkese, her bir kasabalıya. Bana da ölene dek bunu aşıladı. Kendimde bunu kazanmamı istiyordu.”

Titremesi yavaşlamaya başlayan doktor can kulağıyla onu dinlese de demirci anlayıp anlamadığına emin değildi. Umursamadı, devam etti. “Fakat o öldü, anlıyor musun? Kasabada bir doktor olmadığı için değildi bu. Hiçbir doktor tedavi edemezdi onu. Ama sen… Sen edebilirsin.”

“Anladığıma emin değilim.”

“Anlayacaksın, merak etme. Benliğini içgüdülerine bıraktığın an anlayacaksın.

Kafası karışan genç adam öylece bakmaya devam etti. Demirci ise çevresini gözden geçirdikten sonra beşli grubun olduğu balkona doğru son bir bakış attı. Nefreti yüzüne yansıdı. “Evlat, burada oluşun bana güç verdi. Unutmaya yüz tuttuğum o görevimi hatırlattın. Ne de aptalmışım! Nasıl da onlar biri gibi olmaya başlamışım,” yüzüğüne tekrar baktı. O sırada pay almak için sıranın onlara gelmesine sadece birkaç adım kalmıştı. Koku artık her yeri sarmış, çevre geyik etinin muazzam aromasına bürünmüştü. Titremesi yinelenen doktora bakıp mırıldandı, “Eğer hayatta kalırsan anlatamadığım diğer sırrımı öğrenmiş olacaksın.”

“Ne demek istiyorsun?” sesi biraz olsun gür çıkıp kafası karışan genç adam, olan bitene anlam veremeden eline hücum eden demirciyi itmeye başladı.

Kargaşayı gören ekip lideri beklediği işaretin geldiğini anlayıp hızla ikisine koştu ve o sırada talimat vermeyi dahi unuttu. O katili yakalamayı her şeyden çok istiyordu. Emrindekiler de telaşla onun ardından koşturdu.

Yanlarına vardıklarında yaşlı adam sonunda doktorun elindeki yüzüğü çıkarmıştı. “Yukarı bak, geceye bak vahşi ormanın evladı ve kendini hatırla!” Hepsi birlikte yukarı bakarken amirin gözü demircinin elindeki yüzükten yanık avcu açıkta kalan doktora yöneldi. Yutkundu ve kalbi gümledi.

“Doktor! Yakalayın onu! Katil doktor!” anlık şaşkınlıklarını üstünden atan devriye ekipleri hiç düşünmeden onun üstüne atıldı, kalabalık ise bağrışmalar içerisinde kaçışmakla meşguldü.

---

Büyük bir uluma tüm meydanı sarstı. Yere düşen doktor ani bir değişim geçirip kaba bir kürkle büründü; koyu kahve tonları gecenin karanlığıyla neredeyse içe içe geçiyordu. Gözlerine inanamayan halkın bağrışmaları çığlığa dönüştü. Birbirini ezip oradan oraya koşuşturmaya başladılar. Bu esnada silkinip kendine gelen ve hiç vakit kaybetmeyen ekip lideri ise direkt harekete geçti. Kınından çıkardığı parlak yadigâr bıçağını tek bir hamlede boynuna geçirmek adına üstüne çullandı. Hamlesi sonrası parçalara ayrılan metal, canavarın vücuduna saplanıp kaldı.

“Iskaladım mı? Lanet olsun! Öldürün şu…”

Canavarın pençeleri ekip liderinin göğsüne saplanırken cengâver birkaç genç amirlerinin öcünü almak için onun üstüne zıpladı.

Demirci ise tüm bu kargaşa içerisinde kendi hedefine doğru çoktan koşturmuştu bile. Yüksekçe bir balkonda yer alan ve güvende hisseden beş yaşlı adam, ağızları bir karış açık şekilde olan biteni izliyordu. Hiçbir zaman unutamayacaklarını bildikleri bu ana tanıklık ederken arkalarında bir hırlama duydular. Onlara yaklaşan bir şey vardı.

Oradan cereyan eden yıkılma sesleri, ölmeden önce yakaran ve bağıran yaşlıların sesini örttü. Derken başka biri olanca gücüyle çığırdı.

“Bir tane daha var! İki taneler!”

Meydandaki canavar dâhil herkes orayı izliyor, yaşanan katliama şahitlik ediyorlardı. Katledilen ve parçaları bir kan yağmurunu andıran bedenleri sağa sola fırlatıp nefretini kusmaya devam etti diğer canavar. Sonra hiç kimsenin unutamayacağı, yıllardır içinde tuttuğu ulumasıyla taçlandırdı zaferini.

Herkes donup kalmıştı, doktor da dâhil. Kaldı ki doktor değildi o an artık, ondan bir iz dahi taşımıyordu bedeni. Ancak canının acıdığını üstündeki şaşkınlığı atınca fark etti. Postunun koyuluğundan anlaşılmıyordu, çok kan kaybetmişti. Çevresinde dolanan tek tük gence pençelerini savurdu, hiçbirini isabet ettiremedi. Ancak bu bile bazılarının yere düşmesine ve diğerlerinin elindekileri olduğu yerde bırakıp kaçışmasına yetmişti.

Eskiden balkon olan yerde kalan tahta parçaları arasında tüm heybetiyle duran kurda baktı. Onu takip etmesini istiyordu, nasıl olduğunu bilmiyordu, sadece içgüdüsüne güvendi. Belki de daha önce onun gibi birini görmediği içindi. Bir anlık dürtüyle harekete geçti. Aldığı nefes boynundaki kesiği hatırlatıp canını yaktı, bu yüzden kaybolan diğer kurdun ardından son gücüyle koşturdu.

Ormanlık alana yayılan kokuyu takip ederken izi kaybetti. Kafası karışmış bir şekilde çevresine bakındı ancak onu algılayamıyordu. Sızlayan yarası henüz sancıya dönüşmemişken dinlenme ihtiyacı güttü ve gözlerden ırak bir ağacın dibine attı kendini. Ormanın merkezi miydi bilinmez ancak vadesini dolduran dolunayın ışığı yalnız o bölgeyi de olsa aydınlatmaya yetiyordu. Uykusu gelmişti. Gözleri kapanırken yan taraftaki çalılıkların kıpırdadığını duyan kulakları o tarafa çevrildi. Ayaklanmak üzereyken onunla konuşulduğunu duydu.

“’Kimim ben? Neler oluyor bana? Neden ben? Lanetlendim mi?’ sorularını sormaktan kendini hiçbir zaman alıkoyamadın öyle değil mi? Biliyorum, inan bana biliyorum.”

Acınası bir hırlama ile dişlerini göstermeye çalıştı.

“Sakin ol, benim. Komşun. Konuşmaya geldim. Buraya gelmem gerektiğini biliyordum. Ne de olsa buralarda da uyanmıyor muydun bazı sabahlar? Günün en erken saatlerinde dönmüyor muydun eve biçare? Hepsini biliyorum.”

Savunmasını iyice düşüren kurdun ağzı açıldı. Boğazdan gelen o vahşi ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Demek sen de benim gibisin.”

“Sen, benim gibisin. Ve biz, onlar gibi değiliz. Değildik.”

“Sorularının cevaplarını bulabildin mi?” diye sordu yaralı kurt adam. Demirci ise buruk bir biçimde onunla göz göze geldi.

“Daha fazla yaşayabilirdin. Eğer benimle karşılaşmasaydın, daha fazla yaşayabilirdin. Özür dilerim.”

“Beni kullandın.”

“Evet.”

“Eşin… İntikamını aldın.”

Ellerini ardında bağlayan demirci kocaman bir nefes aldı. Dolan gözleriyle birlikte ağlamaklı oluşunu saklamadı. Kaldı ki düğümlenmiş boğazı onu ele veriyordu.

“Doğru, on yıllar sonra yaptım. Ama önce hatırladım, bunu yapmak istediğimi hatırladım. Senin sayende oldu bunların hepsi, doktor.”

Kıpırdadığı an canı yandı, “Doktor, demek. Bu unvana layık olduğuma emin değilim.”

“Eğer yaralanmasaydın birkaç gün sonra sonraki kasabaya gidecektin.”

Bakıştılar.

“Seni kullandığım için özür dilerim.”

“İntikamını alman seni rahatlattı mı?”

Bir anlık şok ile kaşları kalkan demirci ayaklandı, göz göze gelişini sonlandırdı. Yutkundu. Hangi cevabı vermesi gerektiğini bilmiyordu. Kalbi artık bomboştu.

“Beni hayatta tutanın o olduğunu söylemiştim.”

“Ve o, şimdi tam anlamıyla kayboldu, öyle değil mi?”

“Haklısın, sanırım öyle oldu. Bu yüzük artık sadece bir sembol. Onun ruhu ise ayla buluştu.”

Ani bir inleme ile boynunu tuttu. Çok zamanı kalmadığını anlamıştı. Geceye baktı, ne de güzel görünüyordu. En azından son manzarasının tadını çıkarabilirdi. Yine de aklı sorularla doluydu. Hepsinin cevabını alamayacağına ise emindi.

“Şimdi ne yapacaksın?”

“Gitmen gereken kasabaya gideceğim. Trisparen. Demircilerin hoş karşılandığı bir yer.”

“Her şeyi planlamış görünüyorsun.”

“Bu akşam haricinde, evet. Olaylar hızlı gelişmek zorunda kaldı.” Tekrar ona döndü. “Kendimi bir insan gibi yetiştirmeye başladığımda kaybolan tüm anılarım seninle can buldu. Bunları yaşamama yardımcı olduğun için mutlu olsam da, kendi türümden birinin ölümü beni kahrediyor.”

“Sana inanmalı mıyım, demirci?”

Göz göze gelmek için bir kez daha eğildi, akan gözyaşları cevabı olmuştu. Doktor gülümsedi.

“Son sözlerini söyle bana, söyle ki aklıma kazıyayım evlat.”

“Böyle anlarda ne söylenir hala bilmiyorum. Doktor olsam da bunu hiç beceremedim. Bencil hayatımın cilvesi.” Sol kolunun uyuşmasıyla o yana çöktü. Demirci onu tekrar oturacağı açıya getirmek istedi ancak o bunu reddetti.

“Söylemedin, beni affedebilir misin?”

“Son sözlerim yok belki ama son bir dileğim var, bunu yerine getirdiğine emin ol. Kefaretin olarak say.”

“Ne olursa.”

“Oraya vardığında artık gelemeyeceğimi söyle, başka bir doktor çağırsınlar. Hastalar kimsesiz kalmasın.”

Başını onaylayan bir tavırla sallamaktan başka bir şey yapamadı demirci. Soydaşı göçüp giderken kendi türüne olan son ağıtı göğsündeki tüm nefesiyle uluyarak geceye kazıdı.

Recent Posts

See All

Comentarios


Let Me Know What You Think

Thanks for submitting!

© 2023 by Sarnav. Powered and secured by Wix

bottom of page