Düşüncelerimi toparlayamadığım bir dönemdeyim, pek de şaşırtıcı değil gerçi. Hem her şeyden bahsetmek istiyorum hem de hangi konudan başlamam gerektiğini ya da nasıl bir sırayla anlatmak istediğimi bilmiyorum. Allak bullak hissediyorum, yine, pek de şaşırtıcı değil gerçi.
Sürekli olarak serzenişte bulunmak çok yararsız, sevimsiz ve boğucu. Okur tarafından ele alırsak da bu böyle. Kimse başkasının dertlerini zevkle dinlemez. Fakat bir şeyleri eleştirmekten kendimi alamıyormuş gibi hissediyorum. Aslında kendimle ilgili beğenmediğim yanlarımı dışarıdaki öğelere atfederek dışa vuruyorum sanırım.
Öncelikle iyi yanlarına bakmaya çalışıyorum hayatın. Örneğin en sevdiğim grup yeni bir tekli çıkardı ve eylül ayında da albümü geliyor. Bu küçük görünen muazzam bir haber. Zira hem sanatın zorlu yanını anlayabiliyorum hem de bunu düzenli olarak yapabilmenin sorumluluğunun getirdiği ağırlığı fark edebiliyorum. Tıpkı kurgumu düzenlemeye ayırdığım vakitte hissettiğim gibi. Ayrıca bu yazımı normalde yazdığım süreçten bir gün sonra yazıyor oluşum da aslında beynimi tırmalamaya yetiyor.
Burada aklıma sabır konusu geliyor. Sanatı ortaya koymanın kolay olmadığı, her zaman istediğimiz gibi hareket etmeyebileceğini anımsıyorum. Bu herkes için böyle, her ne yapıyorsak yapalım.
Öte yandan sinirimi bozan bir yapı geliyor, tüketicilerin sabırsızlığı. Herkesin bir an önce bir şeylere erişme isteği canımı sıkıyor. Bir an önce yemek, içmek, dinlemek, okumak, izlemek, oynamak, tüketmek… Çok obur bir istek değil mi? Çok yakışıksız da aynı zamanda. Konu buna gelince herkes sanki yarın ölecekmiş gibi davranıyor ancak aynı zamanda yaşamlarındaki hareketsizliğine yanıp duruyorlar. İkisine birden sahip olmak çok ikiyüzlü bir davranış.
Sonra eleştiri oklarını kendime çevirmeyi ihmal etmiyorum; günlük bazda sık sık yapıp hayatımı cehenneme çevirmemi sağlayan en kaliteli aktivitem ne de olsa.
Sabırsız olduğum konular var mı? Eskiden daha sıktı ancak hayatımı öylesine durgun bir hale soktum ki değil başkasından, kendimden dahi ne istediğimi bilemez bir haldeyim çoğunlukla. “Hadi bir şeyler olsun artık” diyecek mecalim bile kalmıyor bazen: olacağı varsa olur.
Akabinde elbette kişisel düşüncelerim toplumsal olarak kanıksanmış düşünceler yumağına karışıyor. Her bireyin sözde yerine getirme zorunluluğu olan bazı konular bunlar. Adlarını anmaya gerek yok: ya onlarla karşı karşıyasınız ya da çoktan aştınız ve başka toplumsal zorunluluklarla boğuşmaktasınız.
Görüşüne göre ne tüketme hastalığı ne sabırsızlık son bulacak. Bireyler diğerlerinden, toplumlar da bireylerden bir şeyler isteyip duracak, sonra onları kendi oyuncaklarıymış gibi bir kenara atıp tüketip bırakacak. Öte yandan kişisel kabuslar da öylece bitmeyecek çünkü her bir uyku döngüsü yenilerine gebe olacak.
Tam da bu yüzden insanların çoğundan kaçınıyorum. Her zaman arama mesafe koyuyorum. Bazen bunu bilinçsizce yapıyorum. Ne kadar yakın oldukları da önemsiz.
Tabi bu duygu içime de sirayet ediyor. Kendimden çok uzaklaşıyorum. Sadece ne istediğimi bilmekle ilgili değil, adını koyamadığım bir boşluk hissinin içine sürekli olarak düşüyormuşum gibi hissediyorum. Aynı düşüncelerle boğuşmak, aynı günleri yaşamak, bunların farkında olup tembelliğe yenik düşmek ve bir cevap oluşturamamak çok yıpratıcı.
Böyle zamanlarım oldu ve olacağına da eminim. Çünkü hayatımın en düşük ya da en yüksek noktasında dahi (bunlar nelerdi bilmiyorum, sadece elbet olduklarını varsayıyorum) böyle hissettim. Sürekli olarak, “doğam böyle” diye açıklamak zorunda kalıyorum hem dışarıya hem de kendime.
İşte bu gibi anlarda bir geçmişe saplanıyorsunuz bir de geleceğin bataklığına. Biliyorum, bilmem kaç sene önce farklıydı, şimdi farklı ve sonra da öyle olacak ancak insan her daim anda var olur ve somut kanıtlar ister.
Yaşam bir döngü buna eminim ve sürekli olarak başka tarafa yatmaya pek meyilli bir denge yapısı var. Ne sürekli orada olacak ağırlık ne sürekli burada. Bu düşünceye tutunuyorum. Geleceğe tutunuyorum. Anı yaşamam gerekse de gelecekten medet umuyorum. Ancak anda bir şeyler yapmadan sadece gelecekten medet ummamam gerektiğini de biliyorum. İşte bu ikilemin içinde her gün kaybolup duruyorum. Ve bu durumdan nefret ediyorum.
Photo by Gary Meulemans on Unsplash
Kişisel karadeliğime düşerken biliyorum ki herkesin böyle durumları var. Ancak bu durumumu daha iyi bir hale getirmiyor. Bu gibi durumlarda insanlar hep, “böyle olan sadece sen değilsin”, derler ve haklıdırlar da. Fakat bu büyük çoğunlukla işe yaramaz zira başkaları önemsizdir o an. Sadece bu şeye, artık o şey neyse, çare bulmak ister bir şekilde insan.
Evet, buraya kadar yazdıklarım tıpkı başlangıçta söylediğimin tam tersi: “Kimse başkasının dertlerini zevkle dinlemez”.
Ancak sadece yazdığımda çok rahatlıyorum.
Bunun bilinciyle yazdım çünkü kusmam lazımdı. Konuşacak kimse olmayınca boş kağıda yazıyorum yazılarımı. Hoş, olsalar da dinlemeye kim bayılırdı? Anlatsam boş anlatmasam boş dersiniz bazen, işte böyle bir andayım. Her neyse, burası bana ait ve ben de bu defa böyle yazdım. Yarın öbür gün okunmam gerekirse şöyle derler, “Ah, işte o da herkes gibi faniydi, sıradandı. Rastgele serzenişlerde bulunan bir ukalaydı”.
Hesabının banlanması seni ne kadar etkiledi böyle. Şaşırdım doğrusu. Hep mi böyleydin yoksa?