top of page

Kitap ve Film Başlıklarının Çeviri Karmaşası

İki gün önceki kitap kulübü toplantımızda okuduğumuz kitabı her konuda tartışmaya açarken ilgili konulardan birisi de başlığıydı. Yanılmıyorsam bu başlık konularına değindiğim bir makalem vardı. Ancak bu defa daha ilginç ve farklı bir boyutunu ele almak istiyorum.


Kitabımız Arkadi ve Boris Strugatski’nin yazmış olduğu eserlerden biri olan “Kıyamete Bir Milyar Yıl” adlı romanıydı. Hiç duymadıysanız kulağa biraz ilgi çekici gelebilir. Kaldı ki bu, şaşırtıcı olmazdı. Yazarların amacı bu muydu bilemem ancak bu konuda başarılı olduklarına eminim.


Örnekleri çoğaltmak amacıyla dilimize çevrilen romanlarının isimlerinden bildiklerim şu şekilde: “Yokuştaki Salyangoz”, “Uzayda Piknik”, “Tanrı Olmak Zor İş” ve “Pazartesi Cumartesiden Başlar”.


Bazen bir kitap ile karşılaşırsınız ve isminin çok sıradan olduğunu düşünür, benzer birkaç eser ismi duyduğunuzu dahi anımsarsınız. Öte yandan az önceki örneklere benzer olanlar vardır. Bunlar tümüyle kendine has, daha önce duyulmamış, albenisi olan ve kesinlikle merak uyandırıp kitabın en azından ne ile ilgili olduğu konusunda bilgi almaya sevk eden cinstendir.


Elbette başlık içeren ve çevirisi yapılması gerekilen her türden esere (roman, dizi, film vs.) etki eden bir diğer durum da çeviri biçimi olsa gerek. Şimdi konuyu buraya kaydıralım.


Bu kitapların orijinal dili Rusça olduğu için görüşmemiz esnasında Rusçasını, evrensel dil olduğundan da İngilizcesini tam da bu nedenden ötürü paylaştım. Üç dilde de karşılaştırma yapıp katılım sağlayan arkadaşlarımın düşüncelerini almak istedim. Çünkü bana kalırsa başlık olgusu aslında içten içe hep merak uyandıran bir mesele.


Gördük ki, kendi dilinden dilimize çevrildiğinde direkt bir çeviri yapılmıştı. Ancak İngilizcesi farklıydı. O çeviri de akıllıcaydı, sorun yaratacak cinsten değildi ya da mantıksız denilemezdi. Yine de ortada bir farklılık yaşandığı meçhul. Peki neden? Neden dilimizdeki çevirisinde başlığın birebir çevirisine yer verilmişken bir başka dilde bu değişiklik kazanıyor. Bugün değinmek istediğim konu bu.


Photo by Immo Wegmann on Unsplash


Küçükken bir film izlediniz. Adı çok basit geldi ama akılda kalıcıydı. Aile arasında bahsederken ya da arkadaşlarınıza anlatırken zorlanmadınız. Fakat işin garip yanı başka bir arkadaşınız aynı ada sahip filmi izlediğini ancak tamamı ile farklı şekilde olduğunu vurguladı. Kafanız karıştı hatta belki de ikinizden birinin adı yalancıya çıktı. Halbuki ikiniz de haklıydınız.


Yukarıdaki senaryo komik olsa da başıma gelmişti. Çocukken bu türden yabancı yapımların nasıl şekillendiğini haliyle anlamıyoruz. Fakat komik olan, buna bazen hala tutarlı bir açıklama getiremiyor oluşumuz. Bu yüzden biraz okuma yaptım. Bende var olan bazı düşünceleri destekler nitelikteydi.


Öncelikle öğrendim ki bu çevirilere karar veren merciler, film pazarlama ya da dağıtım sorumluları olarak geçiyormuş. Yani evet bir çevirmen var ancak öncesinde bu filmin ne tarz bir mantık ve düşünce eşliğinde çevrilmesi gerektiğini belirten de birileri var. Tabi ki buna, filmin o ülkedeki dağıtım hakkını satın alanlar karar verebiliyorlar.


Görünen o ki çevirilerin çok çeşitli olarak yapılmasının ardında yatan birçok neden varmış. Belli bir sıralama sunmadan ele alalım.


 

Ticari kaygı, marka ve reklam. Bazı filmler var ki ilginç bir şekilde markalaşmaya müsait bir isim ya da direkt olarak markanın ismini taşıyor. Haliyle bu gibi durumlarda müdahale ediyor ve reklam yapmanın önüne geçiyorlar. Aklıma gelen ilk film “Şeytan Marka Giyer” oluyor. Bilindiği gibi, “The Devil Wears Prada” orijinalinde adı geçen Prada, bir marka adı.


Anlaşılmazlık ve yerel bağlam. Bir film düşünün, tanımadığınız bir ülkenin, bir ünlünün ya da yerelde yaşanmış bir olayın adı geçiyor. Burada iki etmenin öne çıktığı görülebiliyor: ilki kulağa farklı gelen ve bilinmeyen bir ismin çekiciliği ya da bilinmezliği ortadan kaldırmaya yarayacak alakalı yepyeni bir başlık tercihi.


Filmin yapıldığı, dizinin çekildiği ya da kitabın yazıldığı muhit ile alakalı bir bilgimiz olmadığından, burada geçen yer adlarına vurgu yapmak esere bağlanmanın önüne geçebilir. Bana kalırsa bu türden bir çevirinin daha ziyade görsel eserler için uygulanması gerekebilir. Biraz acımasızca gelecek ancak en basit tabiriyle herkes televizyon izleyebilir ancak herkes kitap okumaz. Biri ona sunulanı direkt olarak alırken diğeri merak edip araştırmaya meyillidir. Bu yüzden de, daha popüler olabilen ve erişilebilirliği yüksek olan görsel eserlerin yerel kültüre ve halka uyarlanması onu daha cazip ve anlaşılır kılmaya itebiliyor. Sanırım “The Shawshank Redemption” örneği buna uygun olacaktır. Çevirisi “Esaretin Bedeli” olan filmdeki Shawshank, aslında eyalet hapishanesinin ismi.


Kültürel farklılık. Yukarıda anlattığıma benzer ancak daha toplumsal düzeyde bilinirlikle alakalı. Yani bahsedilen isim aslında bilinse dahi, başka ülkedeki insanlara çok sıcak gelmeyebilir ya da kafalarında filmle ilgili bir şey şekillendirmeyebilir. Örneğin “American History X” filmi “Geçmişin Gölgesinde” olarak çevrilmiş. Dünyadaki hemen hemen herkes, Amerika dendiğinde alakalı birçok şey söyleyebiliyor. Ancak burada bahsedilenin içeriği hakkında bir fikir edinmek ise tam anlamıyla mümkün olamayabiliyor. Bu her zaman böyle olmamış tabi. Mesela “Italian Job” isimli film direkt bir çeviri ile birlikte “İtalyan İşi” olarak çevrilmiş. Bu türden mantıklı bulunan çeviriler, elbette ki yazı boyunca bahsedeceğim tüm maddeler içinde de geçerli.


Photo by Matt Popovich on Unsplash


İnsandaki etkisi ve dönemsellik. Şüphesiz ki bu gibi durumlarda her ülkeyi birer kişilik olarak ele alabilir ve hangi ülkenin (yani insanının/genel izleyici kitlesinin) daha çok hangi tarzda film ve dizi izlediğini görebiliriz. Bunu anlamanın en güzel yanı aslında yerelde yapılan işlere göz atmaktan geçiyor bence. Ülkemizde korku, bilim kurgu, fantezi, gerilim, macera tarzı eserler her zaman ikinci hatta üçüncü plandayken drama, trajedi, şiddet içeren eserler neredeyse her zaman baş tacı olmuştur. Dönemsel olarak, -ki bu muhtemelen nesil farklılığı, genel izleyicinin yaş ortalaması ve izleyenlerin filme gündelik konuşmalarında yer verişi gibi akla gelebilecek diğer faktörlere dayanıyordur- değişen türler de mevcut iken bunun genel anlamda komedi bazında olduğunu düşünüyorum. Komedi, bir mizaç geliştirme aracı olarak öne çıkıyor ülkemizde. Bu yüzden komik olsun olmasın, “negatif” veya “hüzünlü” duyguların daha az yer aldığı komik -absürtlük seviyesinde olsa dahi- yapımların popülerliği de yine artış gösteriyor.


Yukarıda değindiğim tüm etmenlerle birlikte, ithal edilen dizi ve film başlıkları (eğer çeviriye ihtiyaç duyuluyorsa) bu şekilde bir değişikliğe uğruyor. Eğer dönem romantik dizilerin dönemi ise, orijinal dilinde olmasa dahi “Aşk”, “Sevgi”, “İlişki” gibi alakalı kelimeler sıkça kullanılıyor. Öyle ki çeviriye uymaksızın ya da filmin hükmeden teması olmaksızın bu yapılabiliyor. Çeviriye uymayan bir örnek olarak “Sweet November” dilimize “Kasımda Aşk Başkadır” olarak çevrilmişken “Leon: The Professional” adlı film ise (film bir tetikçiyi ve yanındaki küçük kızı işliyor aslında) “Leon: Sevginin Gücü” şeklinde geçmiştir. Çünkü filmde ailesini öldürenlerin peşine düştüğü için kiralık katile aşık olan bir kıza da yer verilmektedir.


Aynı konu bağlamında devam edecek olursak, hedef izleyici kitlesini (gerek yaş gerek tür bazında) ilgilendiren konulara vurgu yapacak kelimeler de aynı nedenden ötürü seçilebiliyor. Gençlik ya da romantik filmlerde geçen “Yolculuk”, “Savaş”, “Erkek”, “Kadın”, “Seks”, “Eğlence”, “Dost” gibi kelimeler, gerilim filmlerinde geçen “Kötü”, “Korkunç”, “Ölüm”, “Katil” ya da “Cinayet” gibi kelimeler haliyle bu türü seven ya da şans vermek isteyen kişilere daha cazip geliyor. Yani basit görünümlü ve orijinalinden alakasız kelimelerin yaptığı çağrışım kullanılabiliyor.


Kitap çevirisi. Bazı filmler kitap uyarlamalarının eseri. Bu yüzden de eğer kitabın o dile olan bir çevirisi mevcut ise genelde bu kullanılıyormuş. Muhtemelen bu, hali hazırdaki bilinirliklerini suistimal etmemek için alınan bir tutum diye düşünüyorum. Eğer aksi olsaydı daha çok kafa karıştırabilirdi. Tıpkı bazı filmlerin (özellikle de serilerin) iki isimli olması ya da beklenenden fazla filmi yapıldığı için bir noktadan sonra isim konusunda bambaşka bir boyut kazanıp sıralama konusunda anlam ifade etmeyecek şekli alması gibi.


Film bağlamına uyumluluk. Bu görece daha mantıklı bir durum. Zira başlığı atan yazar da ilgi çekici bir başlık atmak istemiş olabilir. Belki de sadece onun bildiği, kişisel bir nedeni vardır ve böyle kullanmak istemiştir. Belki de kullanılan kelime aslında çevrilebilir olsa da, tam anlamıyla yakışık almayan ve ana anlatıyı kucaklamayan bir tanesidir. Bu gibi durumlarda filmi paylaşacak olan bu karar mercileri, -haliyle filmi önceden de izledikleri için- daha uygun olduğunu düşündükleri bir başlık kullanabiliyorlar. Tabi hakları satın alan kişilerin bu konudaki yeterlilikleri, filmin niyetinin doğru anlaşılması ve piyasaya uygunluk gibi konular ön plana çıkıyor. “The Crow” filmi için “Karga” demek yerine “Ölümsüz Aşk” (hem ölüm hem aşk kelimesi var, iyi tercih) seçimi filmi izleyenlere garip gelmeyecektir.


Bir diğer ünlü örnek de hepimizin bildiği “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” filmi muhtemelen. “Sil Baştan” başlığıyla aslında filmin içeriği yeterince anlaşılıyor. Bu örnek aynı zamanda uzun ve kafa karıştırıcı başlıkların bilinçli olarak kısaltılması maddesini de doldurabilir. Gayet açık olduğundan buna tekrardan değinme gereği görmüyorum.


Photo by Kasturi Roy on Unsplash


Çeviride kaybolan anlamlar, saçma ve beceriksizce alınan kararlar, başka filmler için kullanılan çevirileri direkt olarak kullanmalar ya da duruma en yatkın olanı seçip orijinal adı olduğu gibi bırakmalar… Bildiğim kadarıyla hepimiz “Friends” izliyoruz, “Arkadaşlar” kulağa gayet sıradan gelmiyor mu?


Dünyanın neresinde olursa olsun başlık ve çeviri konusu aynı oranda mantıksızlık havası taşıyabiliyor. Hatta karşılaştırma yapmayı eğlenceli dahi kılabiliyor. Öyle ki bu zamana kadar gözlemlediğim kadarıyla Almanca, Fransızca ve Japonca’ya çevrilen yapımlar genelde en keskin ve kendine has değişiklikleri barındıranlar. Sanırım hem dilin yapısı, hem bu konudaki kurumların kararı hem de yerelleştirme politikalarının ortak etkisi.


Güncelde ise dikkat ettiğim konu yapımların doğrudan kendi adını kullanıyor oluşumuz. Kullandığınız izleme platformlarından rastgele bir dizi veya filme bakın. Kaçı artık dilimize çevriliyor? Çevrilenlerin ne kadarı kafa karıştırıcı bir hal almış durumda? Bu husus genelde hangi tür ya da hangi ülkenin yapımlarında gözlemleniyor? Bu kısım da artık detaya inmek isteyen meraklıların uğraşı olsun.

Comments


bottom of page