Kalp Müzesi
- Sarnav
- May 19, 2024
- 6 min read
Updated: Feb 28
“Bu uğraşından ne zaman vazgeçeceksin artık?” evden hışımla çıkan adamın arkasından seslendi çığırtkan sesli kadın. “Ah, zahmet etme, beyefendi! Yine o pek gizli işini yapmaya devam edeceksin, değil mi?” Git gide solan ses adamın kulaklarında yankılanırken içi sızlıyordu.
Zorlu geçen işi aslında dışarıdan çok basit görünümlüydü. Resmi bir binada bakıcılık yapmaktan ibaretti ancak eşine her zaman aynı yalanı söylemekle yükümlüydü. “Özel bir iş, seni buna dâhil etmem işime zarar verecektir. En azından bir süre daha böyle olması daha iyi, inan bana. İkimiz için de bu böyle.”
Elbette bu tür laflar, önce derin sohbetlere, ardından da hararetli kavgalara dönüşüyordu. Gerilmemek için kendini tutan adam, ona olan sevgisini göz önünde bulundurmaya özen gösteren, görece naif biriydi. Belki de bu türden bir mesleği icra edebilmesine olanak sağlayan yegâne özelliği de buydu. En azından kendi böyle düşünüyordu. Daha deli dolu ve başına buyruk biri olsaydı eğer, şu anki işinden eser kalmazdı. Ara sıra aklına geldikçe yaşanan olumsuzlukları aklından silmeyi becerip daima ileriye bakıyor, eşinin güzelliğinde düşüncelerini tazeliyordu.
Eşi de tümüyle şirret sayılabilecek biri değildi elbette. Ortak arkadaşlarının olumsuz yorumlarına maruz kalan kişi genel itibariyle o olsa da, onu koruyan yine eşi, omuzları gitgide daha çok düşen adam oluyordu. Eşi onun bu halini hiç sevmez, arkadaşlarının önünde azarlamaktan çekinmezdi.
“Bıraksana artık, baksana adam çalışa çalışa ne hale gelmiş, iki büklüm olacak yakında. Al bak, öksürmeye de başladı.” Adam için üzülüp eşi için sinirlenen arkadaşlarını kadının umurunda olmuyordu. Fakat bu tavrı tetikleyen asıl kişi adam oluyordu. “Öyle demeyin, biricik eşim pek güzeldir, maharetlidir, elinden aslında her iş gelir,” derken ne kadar ciddi olduğunu düşünmekten kendini alamayan arkadaşları, sanki onun her an kan kusacakmış gibi görünen suratına ve vücut diline acımaya devam etmekle yetiniyorlardı.
Kadının kendine has inatçı merakı, zamanın akışına meydan okumakla kalmamış, onu aşmayı da başarmıştı. Artık canına tak eden kadın, bir gün gizlice eşini takip etme kararı aldı. “Bakalım bana söylediği sözler ne kadar doğru beyefendi, göreceğiz.”
Uzun takibin gizliliğinde yorulmaya başlayan kadın bir süre oturup dinlenmek istedi. “Yolu dahi bu kadar sürüyor muydu gerçekten?” diye düşünmekle başladı işe. “Eh, çalışması lazımsa yapacak, başka ne olacaktı ki sanki? Ben olsam…” durdu, düşündü. Cümlelerinde hakikati aradı. Herkese yalan söyleyebilir, onları çekiştirebilirdi. Konu kendisi olunca buna ne kadar dayanabilirdi?
Omuz silkti, doğrultu, dar eteğindeki tozları silkeledi. Kendine pek yakıştırdığı sivri uçlu topuklu ayakkabıları bu takip macerası için pek yaraşır bir seçim değildi. Ancak böyle giyinmeyi, kendini hükmeden tarafta hissetmeyi seviyordu. Nedenini bilmiyordu ama karakteri böyleydi işte. Güzel olmak zor zanaat, derdi kendi kendine.
Derken gözüne eşinin bir buket çiçek aldığı çarptı. “Şerefsiz! Demek beni aldattığın için vicdanının sızlıyordu! O yüzden böyle lanet bir salyangoz gibi eğilip bükülüyorsun, kendini ezdirmeye yer arıyorsun! Tahmin etmiştim, senden daha fazlasını da bekleyemezdim zaten.” Bir anlığına, bir asker gibi sert bir geriye dönüş denemesi yaptı ancak yarı yolda fikrini değiştirdi. Isırdığı tırnaklarındaki kırmızı ojeleri kazımaya başlarken kendine geldi. Durdu, alabildiğince kendini süzdü. “Neden böylesine giyinip süslendim ki sahi? Hepsi bunun için miydi?”
Yine de gidemedi. Buraya kadar gelmişti, sonunu görmeliydi. Bunun dışındaki bulguları inceleyince aslında gerçekten de resmi bir binada önünde durduğunu fark etti. Eşi buradan girmişti, yani o sarı pembe krizantem buketi burada birine verilecekti. Dudaklarını parçalamaya başlamadan kendinden emin adımlar atmak için doğruldu ve öylece binaya daldı.
“Hanımefendi, pardon, randevunuz var mıydı?”
“Yok randevum falan. Devlet binası olduğu söylendi. Bunun için de izin mi alacağım. Vatandaşım ben,” bir anda ağzından çıkan yarı politik enstantane kendisini de şok etmişti. Ancak söylemişti işte, olumlu bir cevap alacağını umut etmişti sadece.
İki güvenlik görevlisi birbirine baktı. Derken kadın merdivenlere yönelen bir bakış attı ve eşini gördü.
“Bakın! Eşim burada çalışıyor.”
“Eşiniz hangi pozisyonda çalışıyor. Hayır, hanımefendi ismi gerekli değil.” Söylemesine izin vermemişlerdi.
Bu kadını zorlayan bir başka durumdu, eşinin ne işle meşgul olduğunu dahi bilmiyordu. “Ne yapıyor bu herif? Sadece bir kez arşivlerde çalıştığını söylemişti ama tümüyle bunu yaptığını varsayamam ki. Neyse,” düşündü ve söyleyeceklerini tartmadan konuşmaya devam etti.
“O adam… Yani, eşim,” boğazını temizledi, belki biraz daha resmi ve soğukkanlı olabilirdi, “Eşim burada yanılmıyorsam arşiv denilen bölümde çalışıyor. Dosyaları düzenleyen bir birim olduğunu varsayıyorum. Sanırım özel kurumlarda işler böyle işliyor, eşlerine dahi pek anlatmıyorlar.”
“Ö… Özel birim mi dediniz?”
Kadın tam olarak ne dediğini anımsayamadı ama boş verdi, “Evet, tabi. Özel birim. Kim olduğunu biliyor musunuz?” demeye kalmadan iki güvenlik görevlisinden birinin bir hışımla iletişime geçtiğini gördü. Yanlış bir şey söyleyip söylemediğini düşünen kadın biraz irkilse de, bu yarı ölü ve soluk renklerle bezenmiş binaya hareket kazandırdığı için onları buna borçlu saydı. “Eh, onu artık görebilir miyim?”
“Ha… Hanımefendi,” sesli bir yutkunma, “Rica etsek. Elinizi… Evet, eliniz lütfen buradaki tarayıcıya okutur musunuz?”
“Nedir bu böyle?”
“Bu, bu sadece bir prosedür. Gelen herkesin belli başlı biyolojik ölçümlerini alarak güvenliğimizi had safhaya taşıdığımız uzun soluklu bir politika…”
“Tamam tamam, anladık. Al, oldu mu? Neymiş bunlar? Kalp atışı değerleri diyor. Ne o, düşük mü çıktı?” komik varsayımına tek gülen o olduğu için, kayaya dönmüş suratlara acır halde bakmakla yetindi. Her zamanki suratına geri döndü yani.
“Çok uzatmadık mı sahiden, artık giriş yapıp nereye gideceğimi söyler misiniz bana?” durdu, hareketsizlerdi. “Lütfen!” biraz daha sertçe çıkışınca onları hazır ola sokup tekrar harekete geçirdi. Kurma kollarını bırakmıştı sanki.
Apar topar harekete geçerlerken diğer güvenlik birimlerinin çevresini sarmalamasıyla onu uzun ve dar bir koridora yönlendirdiler. Belli aralıklarla her iki yanında bulunan odalara girerek ondan ayrılıyorlar, uzay gemisinin kopan kapsüllerini andırıyorlardı.
“Burada çok garip şeyler oluyor!” diye gürültülü bir şekilde mırıldandı içinden. Gerildiğini hissetse de kalbinin atışı o denli paralel değildi. Boş verdi ve sadece talimatları izledi. Kaldı ki patikasından ayrılacağı bir nokta yoktu. Terlemeksizin kapının önünde durdu. “Kimsin sen sahiden?” son kez mırıldandı. Yutkunan bu defa o olmuştu, nazikçe kapıyı çalmak istedi. Duraksadı, kendine geldi. “Ben güçlü bir kadınım,” koridor boyunca yankılanan topuklu ayakkabı seslerinin verdiği güç şimdi enerjisini geri bahşediyordu. Kendinden emin ve tok üç vuruş. Kapı yavaşça açıldı, açan kimse yoktu.
İçeriden duman yükselirken, odalardaki görevliler merakla başlarını uzatıp olan biteni izliyordu. Göz göze geldiklerinde hızla odanın içine çekildiler. Şimdi ise kadına köstebekleri andırıyorlardı. “Burada ne gariplikler dönüyor bilmiyorum ancak bir an önce açığa kavuşmalı.”
Sis, ileride koyulaşırken çevresinde soğuk bir meltem yaratıyordu. Bunlara rağmen düşündüğü kadar korkmamış ya da irkilmemişti. Derken, ilk defa ortamın gidişatını daha da bozan bir sesle karşılaştı. İkileme halindeki tek düze sesler süreklilik kazanmış bir şekilde yarışıyorlardı. İlerledikçe sisler azalıyor seslerin nabzı yükseliyordu. Farklı bir yön seçti, yaklaştıkça odanın tavanına dek uzanan cam bir vitrin gördü. Soğuk dumanlar belli ki bunların içinden sızıyordu. Camı sildi ve gözlerine inanamadı.
Bunlar farklı renk ve boyutlardan kalplerdi. Normal bir günde göremeyeceği türden bir görüntüyle karşılaşınca kendini sorguladı. “Yok, delirdim galiba.” İstemsizce elini göğsünün üstüne koydu. Öylesine şaşkındı ki, doğru yöne koyup koymadığını dahi sorguladı. Emin olunca, her zamanki gibi sessiz atan kalbini duyunca mutlu oldu. İnsanın kalbin durmak bilmeyen atışını hiç takdir etmediğini fark etti. Sonra elini tekrar vitrine götürdü. Kesinlikle daha hızlı bir atışı vardı.
Bir anda bakışlarını yoğun sisin içine daldırdı, bir çatlama sesi gelmişti. Artık yeterince gergindi ve ardında kapanan kapının açılacakmış gibi bir hali yoktu. Bu yüzden sesin geldiği yöne gitmeyi ve bu garip sırrın son bulmasını umdu. O an sandığı kadar inançlı olmadığını da hatırlamış oldu. Bunun için iyi bir zaman değildi.
Kapıyı vurmadan önceki aynı cesaret örneğini sözlerinde bulmasa da hareketlerine yansıtmak için olduğundan daha hızlı hareket etti. Korkusunu dindirmek için aynı zamanda seslenmeyi ihmal etmedi. “Tatlım! Orada mısın? Ben geldim, seni merak etmiştim de. Habersiz geldiğim için…” donup kaldı, “Özür… Dilerim.”
Elleriyle ağzını kapattı. Çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Gözleri yavaş yavaş yukarıdaki tabelaya kaydı. Kalp Müzesi. “Neler oluyor burada!” İşte o içinde tuttuğu çığlık sonunda cereyan etmişti. “Söyle bana, neler oluyor burada! Sen kimsin!”
Kan kusan ağzını silerek yavaşça doğrulan adam titreyerek kadınla göz göze geldi. “Burada ne işin var? Burada olmamalıydın? Oh hayır olamaz, neden buradasın aşkım?”
“Aşkım mı? Seni ucube neler oluyor burada böyle?” Keskin sözlerinin eminliğinin aksine titreyen vücuduna söz geçiremeyen kadın, olduğu yerde çakılı kalmıştı, hareket edemiyordu. Gözü o anda yerdeki minik kan havuzuna ilişti. Çiçeklerin yaprakları her bir yana dağılmıştı. Bunlar o aldığı çiçekler olmalıydı. Peki ama yanındaki minik kalp figürlerine ne demeliydi? “Bir dakika bunlar figür değil!” Adama döndü. “Sen… Nesin sen?”
“Aşkım beni dinle.”
“Canavar!”
“Hayır. Hayır.”
“Sus, canavarsın sen! Gitmeme izin ver!”
“Seni tutmuyorum, gidebilirsin. Ancak gidebileceğini zannetmiyorum.”
Kadın, kargaşanın ardından son cümlesiyle durakladı. “Ne demek bu? Bırak beni gideyim.”
“Gidemezsin. Çünkü ilk başta burada olmamalıydın. Şimdi beni öldüreceksin. Haliyle…”
“Hayır, sana bir şey yapmayacağım lütfen beni bırak… Aşkım?”
“Haliyle, beni de öldüreceksin. Ve bu defa, sonsuza dek. Bu ne demek biliyor musun?”
Kadın histerik çığlıklarına başvurmakla yetindi cevaplarına.
“Kalp Müzesi artık kapanıyor. Çünkü artık senin için üretecek bir kalbim kalmadı.”
Kadın grotesk manzaraya bakakalmaktan başka bir şey yapmadığından sahne tekrar adama kalmıştı. Bu defa son suflelerine veriyordu.
“Seni hep sevdim, kalbinin içindeki kirli yanlarına rağmen. Nedenini sorma, kalp işte, bazen anlaşılmaz şekilde çalışıyor. Fakat sözlerin her zaman canımı acıttı. Kanattılar beni. Yine de beni canlandıran bunlar oldu. Ne garip değil mi, bakma bana öyle. Farkında olmadığın konu şu ki, sen uzun zamandır benimle değilsin. Ne kadar zaman oldu, ah, hatırlamıyorum bile artık inan bana.”
Çözünmeye yüz tutan buz kalıbındaki kadın, elini tekrar kalbine götürdü, bu defa doğru yere dokunduğunun farkındaydı. Kalbi teklemeye başlarken önce vücudu kasıldı, sonra tümüyle çöktü. Sadece gözleri açıktı, sanki felç olmuş gibiydi; acı hissetmiyordu. Öylece adamı gözlüyordu. Bir şey anlıyor muydu?
“Üzgünüm, sevgilim. Bu seninle son anımız. Bu defa, benim için de kesin bir son. Belki de böylesi daha iyi oldu.” Yanına gitti, çöktü ve elleriyle saçlarını okşadı.
“Biliyor muydun, kalp bile bir gün yorulur ve artık pes eder. Ben hiç pes etmemiştim. Ancak bunu senden son bir hediye olarak kabul ediyorum. Görüyorsun ya son anlarımda bile seni…”
Bu defa adam da çöktü ve göz göze geldiler. Kadın son bir çareyle ağlarken adamın gözlerinin içi güldü. İkisi de gözlerini orada yumdu ve kalplerin atışı son buldu. Ortama buz gibi bir soğukluk çöktü.
Comments