top of page

İnsanlığın Paylaşılan Mirası

Her yeni yılda, yaratıcı insanların insanlığa bıraktığı birtakım armağanlar oluyor. Bunların neler olduğu daha ilk gün içerisinde açıklanmaya başlanıyor. Evet, 1 Ocak’ta “Public Domain Day” yani “Kamu Malı Günü” bir kez daha kutlandı.


Bilirsiniz ki sanatsal eserlerin çoğu, yaratıldıkları anda telif hakkı korumasına girer. Fakat eserler ölümsüz olsa da insanoğlu öyle değildir. Haliyle, bu eserler kişisel değerler olmaktan çıkıp artık insanlıkla, bizlerle paylaşılır. Elbette bu eserleri korumak için türlü vakıf ve kuruluşlar varsa o zaman telif süresi uzayabilir ya da haklarının bir kısmı elde tutulabilir.


Photo by Umberto on Unsplash


Peki bir eserin ömrü ne kadardır? Ülke ve eser türü bazında değişiklikler gösterse de bazı kurallar mevcut. Edebi eser, her türlü görsel yapım ya da her türlü ses kaydına göre farklılıklar olabiliyor.


ABD için konuşacak olursak, 1978 yılından evvel alınan teliflerin 95 yıllık bir ömrü mevcut. Bu seneden sonrası için alınan telifler ise, eser sahibinin vefatından 70 sene sonrasına dek uzanıyor. Kısacası, 1954 yılında vefat eden eser sahipleri bu kategoriye giriyor. Türkiye için de bu süre 70 sene olarak belirlenmiş. Bazı ülkeler için bu süre 50 sene, bazıları için ise 80’e kadar uzuyor.


Bu bağlamda ABD'de 1929 yılı ve öncesine ait eserler kamu malı sayılırken (diğer ülkelerde farklı tarihler ve kurallar geçerli olabilir) istenildiği şekliyle, kaynak gösterilmeden, üzerinde değişiklik yapılarak kullanılabilir durumdadırlar. Tabi bu bir yazarın tüm eserleri, bir bestecinin tüm kompozisyonları ya da bir yönetmenin tüm filmleri anlamına gelmeyebilir. Buradaki ayrım, konuya bahis olan eserin yazarın yaşamı süresince yayımlanmasıyla alakalı.


Telif hakkı önemli bir konu aslında. Çünkü eserin yaratıcıya ait olduğunu hukuken tanıtan, belirli bir koruma sağlatan, kötü niyetli kişileri iki kez düşündürten, sanatsal her türlü faaliyete denge getiren ve onu hizaya sokan bir sistem olma konusunda etkili. Eğer herkes türlü eserleri bütünüyle eğip bükseydi ve yeni bir şey oluşturduğunu söyleseydi, hem sanatın değeri ciddi derecede düşerdi hem de özgünlükten çokça uzaklaşmış olurduk. Bu türden bir yasal düzen ve kısıtlama, bizleri kendi düşüncelerimizi değerlendirmeye ve daha iyisini yapmaya itiyor.


Photo by Tanya Paquet on Unsplash


2025 yılında kullanımı serbest olan bilindik eserleri ve eser sahiplerini araştırdım.


Listede William Faulkner, Agatha Christie, John Steinbeck, Virginia Woolf ve Ernest Hemingway gibi, dönemin bel kemiği olan başarılı yazarların yazdığı öyküler var. Singing in the Rain gibi klasikleşmiş birçok şarkı da mevcut tabii. Sinema dünyasına baktığımızda, Alfred Hitchcock'ın kariyerindeki ilk sesli filmi olan “Blackmail” ise görsel sanatlardan bir örnek.


Geçtiğimiz birkaç sene öncesinde Mickey Mouse ve Winnie the Pooh karakterlerinin sadece ilk çizimlerinin (çünkü sonra değişiklik gösterdiler) telif hakkı kamu malı oldu. Bu da haliyle, onu sevenlerin ya da onu kullanarak farklı bir tarz yaratmak isteyen sanatçıların parçası oldu. Bu iki karakterin başrolde olduğu düşük bütçeli korku filmlerinin yapımı hiç gecikmedi.


Bu sene ise, Popeye (Temel Reis) ve Tintin (biz Tenten diye biliyoruz) karakterlerinin ilk çizimleri telif süresini dolduruyor. İşin komik ve şaşırtıcı yanı, Popeye ile ilgili üç adet farklı korku filminin çekimi tamamlanmış bile. Evet, karakterlerin farklı temalar ve olaylar içinde kullanılmasında herhangi bir sorun yok.


Tekrarlayalım, saydığım dört karakter de hala telif hakkına içerisinde ancak tasarlanan ilk halleriyle (örneğin fotoğraftaki eski Mickey gibi) kullanılabilir durumdalar. Genelde bunlar siyah beyaz olarak alışık olduğumuz tasarımlar. Yine de bu sanatçıları durdurmuyor elbette.


 

Kitaplar, tiyatro oyunları, besteler, ses kayıtları, çizgi karakterler, sanat eserleri… Halkın bin bir türlü kullanımına sunulan bir başka yılda nelerle karşılaşacağımızı görmek merak uyandırıcı geliyor bana.


Edebiyat açısından bakacak olursak, bu aynı zamanda kitap çevirilerinin ve basımlarının da artabileceği demek oluyor. Sevilen yazarlardan bir sene daha uzaklaşmak belki başta üzücü gelebilir ancak diğer yandan onları okuyarak daha yakın hissetmemizin de kapıları açılıyor. Sanat eserleri, bir iken çok oluyor ve türler arası etkileşime şans tanınıyor böylece.


Ülkemize dönecek olursak, 1954 yılında vefat eden ve en başarılı Türk yazarlardan biri olan Sait Faik Abasıyanık’ın eserleri kamu malı haline geliyor. Sadece 47 senelik yaşamında bolca eser bırakan yazarı okumak ve tanımak için güzel bir sene.



Öte yandan, kendisiyle henüz tanıştığım için üzüldüğüm bir diğer değerimiz olan Mihri Müşfik Hanım var. Kendisi Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressamımızmış. Çok fazla eser veren sanatçımız aslen portre çalışmalarıyla tanınmış ve Atatürk’ün de (mareşal olduktan sonra) portresini çizen ilk kişiymiş.

Mihri Hanım, 1922 yılında Yunan ordusunun denize dökülmesinin ardından Mustafa Kemal’i mareşal üniformasıyla ayakta canlandıran yaklaşık 3 m yüksekliğinde bir portresini yaptı ve Çankaya Köşkü’ne götürerek kendisine sundu. Bu, cumhuriyetin ilanından sonra bir Türk ressam tarafından yapılan ilk Atatürk portesidir. Daha sonra Yugoslav Kralı Alexander hatırasına Yugoslavya'ya hediye edilen bu tablo II. Dünya Savaşı sırasında Belgrad Sarayı'nın tahrip olması sonucu kayboldu, 1990’larda bulundu.

Eserlerinin telif süresi dolmuş olabilecek ne çok değerimiz var kim bilir. Her birini bulmak ve yaşatmak (yapanların olduğuna emin olsam da) pek önemli çünkü onlar bizim kültürümüz. Eserleri bu şekle bürünmeden önce tanımak da önem arz ediyor. Şahsen bu konuda eksik hissediyorum.


Bir de günümüze bakalım: Acaba şu anda bildiğimiz eserler telif hakları tükendiğinde ne şekle bürünürler? Belki (varsa) sizin eserleriniz de gelecekte bir gün yaratıcı beyinlerle tanışırlar ve onlara ilham vermekten fazlasını tanırlar.

Comments


bottom of page