Geçtiğimiz haftalarda dünya sanat tarihinin güncel anlamda en önemlisi olduğunu düşündüğüm haberlerinden biri çıktı ortaya. Sanatseverler ama özellikle de müzisyenler için büyük ehemmiyet taşıyan bir olaydı bu. Hayır, günümüz şarkıcılarından bahsetmiyorum, gerçek sanatçılardan bahsediyorum.
Belki duymuşsunuzdur, Mozart yeni bir parça yayımladı. Bu bestenin İsmi “Serenata ex C” ve üç viyola eşliğinde sunuluyor. Ne demek hangi Mozart’tan bahsediyorum? Bildiğimiz işte, Wolfgang Amadeus Mozart.
1756’da doğan müzik dâhisi, neredeyse bebekliğinden beri müzikle ilgileniyormuş. Küçüklüğünden demek isterdim ama kendisi beş (5) yaşındayken aristokratlara ve kraliyet ailelerine gösteri sunmak için bildiğiniz Avrupa turnesi yapıyormuş. Beş yaşındaki bazı çocuklar çamur yiyordu (kesinlikle ben değilim)
Bahsettiğim eseri ise Leipzig Belediye Kütüphaneleri (Leipzig Municipal Libraries) içerisinde keşfedilmiş. Kütüphanede ortaya çıkan hazineye bakar mısınız? Söz konusu eser 12 dakikadan ve 7 bölümden (Marche, Allegro, Menuett, Boloneso, Adagio, Menuett, Finale) oluşuyor.
Okuduğuma göre Mozart, 1769 yılından evvel “Amadeo” ismini kullanmıyormuş. Bulunan bu eserde de görülmediği belirtiliyor. Bu da demek oluyor ki, Mozart bu bestesini tamamladığında en fazla on üç (13) yaşında olabilirdi. Kaldı ki okumalarım sonucunda araştırmacıların da onun on veya on üç yaşlarında olabileceğini tahmin ettikleri görülüyor.
Küçük yaşta başlıyor olmasının da verdiği doyumsuz üretkenliği ve müziğe olan bağımlılığından olsa gerek, çok genç yaşta, otuz beş yaşında vefat eden Mozart toplamda altı yüzden fazla esere imza atmış.
Eser, önceki eserlerinden birine benzer olarak, “Ganz kleine Nachtmusik” olarak yeniden isimlendirilmiş (Quite Little Night Music - Çok Küçük Bir Gece Müziği). Ayrıca eser, 21 Eylül’de Leipzig Opera binası önünde üç genç müzisyen tarafından halka açık şekilde ilk kez icra edildi. İnsan sesleri arasında tüm doğallığıyla var olan bestenin stüdyo kaydını da şuradan dinleyebilirsiniz.
Photo by Tobias Tullius on Unsplash
Bu yazıyı yazma konusunu not almadan evvel (ki aslında arkadaşım ona söylediğimde yazmam gerektiğini söyledi) aklımda tam tersi yönde gelişen bir konu vardı.
Günümüzün müzik türlerine hızlı bir bakıştı bu. Hayır, onları yermek istemiyorum. Her dönem değişiklikleri beraberinde getirir bunu hepimiz biliyoruz. Bunun her alanda yaşandığının da farkındayız. Klişe sözler artık.
Fakat değişen başka bir şey var: Bir alt yapı kaybı mevcut. Bu da müzik zevkinin değişimini içeren bir husus değil. İnsan bazında bir, tabiri caizse, problem. Çünkü geçen her dönem gözle görülür bir biçimde kaliteden ödün veriliyor.
Müzikle çok az bir süre uğraştım, içinde çok bulundum diyemem. Ancak bu konunun da dıştan gözlemlenebilir olduğunu savunuyorum. Yani evet, müzik dünyasını avcuna alan (muhtemelen dönemsel) türler çok baştan savma ve yapay, bunu söyleyebiliriz sanırım. Kaldı ki senelerdir, “X türü müzik nasıl yapılır” fikriyle ortaya çıkan parodiler ya da sosyal medya gönderileri, özellikle bazı türlerin sanılandan daha az karmaşık ve hatta basit olduğunu vurguluyor.
Olabildiğince objektif yaklaşmaya (zor olacak) çalışacağım. Ancak bazı gerçeklerden bahsedelim.
Her yeni nesil, farklı bir müzik türüne aşinalık gösteriyor. Bütünüyle böyle olmak zorunda değil ancak gözle görülür şekilde değişiklik yaşanması pek muhtemel. Bundan ötürü genelde müzikleri 80’ler, 90’lar, 2000’ler şeklinde ayırma ihtiyacı güdüyoruz. Çünkü 90’larda hangi müziklerin piyasada olduğunu biliyor, aklımıza iz bırakan bazıları (sevsek de sevmesek de) geliyor ve hala hatırımızdaysa da bir şekilde o şarkıya eşlik edebiliyoruz.
Fakat herhangi bir sanat dalında olduğu gibi (o dala olan ilginin eğilimiyle beraber) her daim yeni eserler ortaya çıkıyor. Bu müzik için de böyle, edebiyat için de. Okunacak milyonlarca kitap olduğu gibi, dinlenecek de bir o kadar parça var.
Bundan ötürü geçmişe saplanıp kalmaktansa sürekli olarak önümüze düşen hatta düşürülen (maruz bırakıldığımız) parçalara boyun eğiyoruz aslında. Bence bu konuda şarkılar reklamlardan farksız. Tıpkı gün içerisinde ne yığın reklamla karşılaştığımızı bilmediğimiz gibi, türlü şekillerle duyduğumuz güncel şarkılar da benzer nitelikleri taşıyor.
Bunca şarkıyla içli dışlı olmak zorunda kalıyoruz ama bunun sağlıklı olduğunu düşünmemekteyim. Bir şeyin fazla oluşu onun çok iyi olduğu hatta belki de sevildiği anlamına gelmiyor. Sevdiğiniz bir grubun ya da şarkıcının albümünü dinlerken dahi içerisinde sevmediğiniz şarkıları bulabiliyorsunuz. En iyi ihtimalle, buna sevmemek demesek bile, dinlemeseniz de bir şey kaybetmediğiniz ve bir sonrakine geçmekte beis görmediğiniz şarkılar.
Halbuki herkes (kendi maddiyatı ya da zevki dahilinde), kaliteli olduğunu düşündüğü ürünü tüketmek ya da hizmeti satın almak ister. Bu da demek oluyor ki aslında bir noktada kimse bu seçimlerinin kalitesiz olduğunu düşünmez ya da karşı çıkar.
Konu sonunda “herkes” kavramı üzerine oturmaya başladı. Bunu belirtmemin sebebi herkes kavramını kapsayan insanların ya da halkın ortakça oluşturduğu zevkten bahsetmek isteyişim. Ki bu aynı zamanda benzer görüşe, bakış açılarına ya da yaşantıya sahip yeni nesil kavramını da içine dahil ediyor aslında.
Güncelde yer alan (neslin sevdiği) ya da herkesçe bilinen (popüler olan) makul görülür. Aksi olan garipsenir, ötekileştirilmeye daha yatkındır ve ona önem atfedilmez. Bunun nedeni ise (her zaman olmamak kaidesiyle) kaliteli ya da bilinenden farklı oluşlarıdır.
Popüler olan yani güncele ve büyük kesime hitap eden, bütünüyle bakacak olursak da halka uygun olan (özellikle de kültürel bir parça taşımıyorsa), yetersizdir. Çünkü halk gündelik, taze, çabuk tüketilebilir, karmaşık olmayan herhangi bir çıktıyı almaya meyillidir. Halk heykel yapmaz, onu izlemeyi sevmez; anlam yüklemek yorucudur ya da belki de gereksizdir. Evlerini tablolar gibi boyamaz, şekiller yapmak yorucudur, tek renk seçimi yaparken düşünmez; daha hesaplıdır, pratiktir. Burada bir suçlama yok. Doğal olan budur, nitekim böyle olmalıdır da. Çünkü insanlar doğaları gereği en basit olanı akla yatkın görürler. Halbuki konu sanat ise işlerin değişmesi gereklidir. Burada basitlikten kaçınılmalıdır. Bunu da halkın çoğunluğu değil içindeki sadece bir kısmı yerine getirebilir. Aynı zamanda, bu da doğaldır.
Bunun yanı sıra, bir şeyleri kaçırma, onlardan mahrum kalma, bilmeme korkusu da popüler olana yabancı olmak demektir. Bunu hiçbir birey istemeyecektir. Halbuki öğrenmenin güzelliği de burada yatmaktadır, bilinmeyeni duyduğunuzda şaşırmanın verdiği haz da. En son neye bunu bilmiyordum dediniz? En son neye şaşırdığınızı hatırlıyor musunuz? Hepsi git gide azalıyor.
Photo by Marius Masalar on Unsplash
Mozart dedik, klasik müziğin kelimenin tam anlamıyla evladı, kaldı ki yaratımları nedeniyle de bir neferi, bayraktarı. Halktan biri olmasına ve açık konserler vermesine rağmen aristokratlar ve kraliyet aileleri tanıdı eserlerini. Çünkü bu ihtiyacı güden onlardı. Öte yandan kaliteli, karmaşık, matematik ve müzik bilgisi isteyen eserler oluşturabildi çünkü bu sıradan birinin işi değildi. Bu yüzden kendisi bir dehaydı.
Bu dönemlere baktığımızda, hükmeden müziğin klasik müzik olduğunu düşünüyoruz. Aslında böyle değil, o dönemden dönemimize yaşayabilenlerdi bunlar; kaliteli olanlar kaldı ve alelade olanlar kulaktan kulağa aktarılmaya yüz tuttu. İşin garip yanı, bu müzik halkla uyuşmuyordu yani “popüler” değildi. Tanınır olmalarının, yüzyıllar geçse de dinlenmelerinin, hakkında tezler yazılıp akademik olarak ele alınmalarının, hala örnek oluşturup bu yolda ilerleyenlere ışık tutmalarının nedeni o devrin nesliyle ya da halkıyla bağdaşmasından değildi. Dönemin getirdiği aristokratik ihtiyaçlara göre ilgi gördüler ve karşılığında da felsefe taşıyla ödüllendirildiler. Tıpkı Shakespeare’in oyunlarının da kraliyet ailesi tarafından değer görülmesi ve sonrasında daha fazla eser ortaya dökmesi gibi.
Bu parçaların her biri, kimliklerini inşa edebilmiş, müziğe bakış açısı kazandırabilmiş, diğerlerine ilham verebilmiş ve herkesin harcı olmayacağını gösterebilmiş bir türün öncüsü. Bu tür ve onun getirdiği zorluk, sadece gerçek müzisyenleri heyecanlandıran, sadece bu tutku uğruna hayatını ortaya koymaktan çekinmeyenler için önemlidir. (Günümüzde ise sanat geniş kitlelere daha kolay yayılabildiğinden, sanatı ve sanatçıyı sevenler için de böyledir demek sanıyorum ki yanlış olmaz)
Şu yılın şarkısı veya o yılın türü… Her biri gelip geçici (ephemeral) bir özellik taşıyor. Hiçbirimiz 60’lardan şarkılara aman aman bir özlem duymuyoruz, sadece yaşadığımız ve tecrübe ettiğimiz o nostaljik dönemleri arıyoruz ara sıra. Asıl ve uzun ömürlü olan ise o dönemleri bilmesek de, yaşamasak da dinleme, tüketme ihtiyacı hissettiğimiz eserlerdir.
İşte o yüzdendir ki herkes sanatçı kalibresinde görülmez. Adları sınırlıdır, ardından kültürel bir miras olarak anılır ya da uğrunda gözyaşları dökülür çünkü buna değerdirler. İşte bu yüzden, Mozart’ın sadece onlu yaşlarında olmasına rağmen şimdiki müzisyenlerin çok büyük çoğunluğundan kaliteli işler çıkarması onu her zaman tarih sahnesinin önünde tutacaktır. Ve işte tam da bu yüzden, bu eserin ortaya çıkışı tarihsel bir önem taşımaktadır.
200 sene öncesinin çağrısı, kulaklarımıza anca şimdi ulaştı.
Commentaires