top of page

Hayalperestlerin Geleceğe Mirası

İlkokul dönemleri, resim dersi. Öğretmenimiz ta o zamanlarda bile beni heyecanlandıran bir ödev vermişti:


“Sizce ileride ne gibi icatlar çıkabilir? Siz neler yapabilmek isterdiniz?”


O sıralar en gelişmiş cep telefonları, telsiz formundan sıyrılmaya henüz başlamış olanlardı. Kameraların ise video çekenleri var mıydı hatırlamıyorum bile. Varsa da en azından bizde olmadığından bilmiyordum. Babamla kafa kafaya verip düşünürken aklımıza ilk bu gelmişti: Kameralı telefonlar. Elbette aklımızdaki görece daha fiziksel ve birbiriyle yan yana gelmiş şekliydi. Birinin diğeri içine tümleşik hale gelmesini düşleyecek kadar mühendislik bilgimiz yoktu. O sıralar yeni olan her şey namümkün ve şaşırtıcı geliyordu.


Resim defterime çizdiğim diğer icatlardan biri, kısalıp uzayabilen ayakkabılar ve onların içine gömülü ısıtıcı/soğutuculardı. Bence kulağa hala havalı geliyor. Fakat kendi kendini bağlayan ayakkabılar bile moda olmayı pek beceremedi.


Son düşüncem ise hala geçerliliğini koruyan bir tanesiydi. Öyle ki ortaokulda benzer bir ödevde tasarlamıştım ve geçenlerde yatmadan evvel güncel şekliyle tekrar düşündüm. Şimdi daha otomatik olmasını beklediğim, geri dönüşüm yapabilen robot. Çöplere atılanları alıp, ayrıştırıp, vücudunun farklı katmanlarında saklamasını tasarlıyordum. Buna göre yenilen içilenlerin verisi tutulabilirdi, harcama giderleri hesaplanabilirdi ve saire. Çok şey istediğimi düşünmüyorum. 10-20 seneye bu robotların daha gelişmişi mutlaka raflarda yer alacaktır ne de olsa.


“Çocukken resmettiğim gerçekten de buna benziyordu” Photo by Rock'n Roll Monkey on Unsplash


Bugün ne hakkında yazacağımı düşünürken fark ettim ki seçeneklerimin ortak noktası bilim kurgu türü ve gelecek idi. Bu yüzden bu şekilde başlamayı seçtim.


Küçükken bu tür düşünceleri sırf eğlencesine olsun diye oturur yazar çizerdim. O ödev gerçekten de içimdeki hayalpereste iyi bir destek sağlamıştı. Çocukların üstünde vakit geçirmesi adına ideal bir konu olduğunu düşünüyorum.


Sanırım bu yüzden bilim kurgu türü vazgeçilmezim oluyor. Çünkü diğerlerinin neler düşündüğünü ve üstüne üstlük bir öyküye yedirebildiğini merak ediyorum. Bence insanoğlu bu konuda harika işler çıkarıyor. Gücümüzü toplumsal gelişmeler adına harcadığımızda harikalar çıkarabiliyoruz.


Bunu herkesten istemek zor ama yazarlar bunu tetiklemek için uygun kişiler. Belki birer mucit değiller ancak her tasarı bir fikirle başlar. Özellikle enine boyuna ele alan bir yazar, bu kabiliyete sahip birine doğrudan veya dolaylı fikirler sunacaktır. İlham ne güzel şey.


Geçmiş yılların yazarlarını okumak, bu türden düşüncelerin nasıl bir boyut atladığını görmemiz açısından en belirgin örnekleri taşıyor. Günümüzde kullanılan ve belki de günlük parçamız olan birçok icadın esas fikirlerinin bilim kurgu eserlerinde üretilmiş olması şahane bir olay.


Şu sıralar herkesin bir şekilde kullandığı yapay zekâ, bilgileri bulduğumuz ve paylaştığımız web siteleri, dijital olarak etkileşimde olmamızı sağlayan internet, hepsine aracı olan bilgisayarlar ve tabletler, holografik görüntüler, lazer teknolojisi, robotlar, karmaşık medikal cihazlar…


O kadar çok örnek var ki say say bitmiyor. Üstüne üstlük sadece modern çağın örneklerinden bahsettik. Evet, belki bu icatlar direkt olarak kitaplardaki anlatılara dayanmıyor olabilirler. Ancak gerçekte var olmadan on yıllarca evvel bile birilerinin aklında şekillendiler ve insanlık ile paylaşıldılar.


 

Bundan bahsederken teknolojinin üstel gelişiminin ne denli anlaşılmaz olduğuna değinmek gerek. Hepimizin bildiği ama fark edemediği gibi, icatların ortaya çıkışı ya da kabaca teknolojinin gelişimi durmak bilmiyor. Hatta son 20-30 sene içerisindeki gelişmeler, geçmiş 100 sene ile karşılaştırıldığında hala çok gelişmiş durumda.


Buna sebep olan başlangıçta yazarlardır. Hayal gücümüzün varlığını diri tuttular ve fikirlerini geleceğe ilettiler. “Bir gün, birisi, bu bahsettiklerimize can verebilir,” düşüncesiyle yazılmamış olabilirler ancak bir şekilde ön ayak oldukları da aşikâr. İcat çıkaranlar, şeylere kafa yoranlardır ve hayal gücü susturulmuş kimseler değildirler.


Teknoloji diyorduk, malumunuz, akıl almaz biçimde ilerliyor. Hatta işin garip yanı, geçmişe dönüp baktığımızda hangi gelişmenin ne zaman yaşandığını dahi unutur hale geliyoruz. Çünkü onları hayatımızda hep varmış gibi hissediyor ve normal karşılıyoruz ya da geçmişte olmamalarına şaşırıyor ve var olduklarını düşünüyoruz. Zaman algımız da tıpkı teknolojinin gelişim hızı karşısında olduğu gibi bulanıklaşıyor. Geçmişe dair yanılsamalarımız adeta.


Bence bunun en büyük tetikleyicilerinden biri, yazının başındaki örneğimde belirttiğim gibi, bahsedilen icadın o dönemlerde hayatımızda olup olmaması. Yani deneyime (ya da bunun eksikliğine) bağlı olarak zaman konusunda bir bağdaştırma yapamıyoruz. Örneğin kameralı telefonların ne zaman çıktığını tam olarak hatırlamıyorum ama tek renk ekrana sahip kamerasız telefonların ne zaman var olduğunu asla unutmayacağım.


Diğeri ise toplum/ülke bazında olabilir. O dönemlerde o türden bir icadın moda olup olmaması, ithal edilmemesi, sık kullanımda yer alamaması ya da her eve girmemiş olması gibi etmenler sayılabilir.


Photo by NASA on Unsplash


Şimdi bunu bireysel çerçeveden toplumsal boyuta çıkaralım. Bakın işler nasıl karışacak. Modern çağın icatlarından bahsetmiştik, örneği oradan verelim. Hem böylece bizlerin de hatırlamaya yatkın olacağı cinsten olur. Teknolojik ironiye değinelim.


Ay’a iniş yapan astronotlar bunu kaç yılında gerçekleştirdi? Cevap 1969. Dünya tarihinin dönüm noktalarından birisi olduğu hiç şüphesiz. Farklı türden bir uygarlık olmamız açısından kelimenin tam anlamıyla en büyük adımdı ve bununla beraber iyi yol kat ettik. Bunun için harcanan bütçe ya da teknolojik imkânların neler olduğunu bilmiyorum ancak tahminimce (önceki denemelerde edinilen tecrübeleri düşünürsek) dönemin en üst düzey alet-edevatı kullanılmış olsa gerek.


Eskiden vardı, oyun salonlarında yer alan kocaman atari (arcade) makineleri. Jetonla çalışırdı. Bunlardan birinde oynamak üzere geliştirilen ilk oyunun adı “Pong”. Herkesin oynadığına ya da en azından bildiğine eminim. Hani şu ekranın iki yanında gidip gelen topa, sadece yukarı aşağı inebilen çubuk ile vurduğunuz oyun. Tennis gibi ama muhtemelen en ilkel hali. Peki, kaç yılında yapıldı dersiniz? Cevap 1972. Ay’a çıktıktan 3 sene sonra.


Bu yazıdan bağımsız olarak sorsaydım benzer yıllar aklınıza gelir miydi? Pong’un ne kadar basit görünümlü ve -özellikle günümüzle kıyaslayacak olursak- düşük teknoloji olduğunu söylemeye gerek yok. Öte yandan, aklın almayacağı karmaşıklıklarıyla, erişilmeyene doğru yola çıkan ve içinde insan taşıyan uzay mekiği var.


 

İnsan zihni, gündelik yapının dışında olanlara anlam getirmekte zorlanır. Çok büyük sayılara anlam verememek, çok küçük canlıları önemsiz saymak, evrendeki cisimlerin miktarını algılayamamak, geçmiş ve geleceğin uzaklığına ortak olamamak ya da aksine teknolojik gelişimin zamansızlığına aldanmak…


Bilim kurgu, hayatın her köşesine yer verebilen, henüz ele alınmayan konuların yazılması için davetiye çıkaran, hayal gücünüzün uçukluğundan ötürü size gülünmesine ya da inanılmamasına izin vermeyen ve günün birinde haklı çıkabileceğinize imkân tanıyan tek türdür.


Newton, “Eğer daha uzağı görebiliyorsam bu, benden önceki devlerin omuzlarında durduğum içindir,” der. Bunu, geçmişte bilime katkıda bulunanlar için söylemiştir. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Günümüze hükmeden (teknolojik olsun olmasın) birçok yapıya hayat verenler bilim kurgu yazarlarıdır. Onların oluşturduğu, adını koyduğu, kurallarını ortaya attığı dünyada yaşıyoruz.


Hayal gücünüzü kurgularınıza korkusuzca taşımanız dileğiyle, iyi okumalar dilerim.

Commentaires


bottom of page