top of page

Hayal Gücümüzün Boşluklara Direnişi

Dört gün önce en sevdiğim yazarlardan biri olan Ray Douglas Bradbury’nin doğum günüydü. Bir zamanlar varlığıyla dünyayı onurlandırıp yazarlık mesleğini dolu dolu yaşadığı için minnettarım. Hikayeleriyle büyümedim ama hikayeleriyle büyüyorum, eğleniyorum ve de gelişiyorum.


Çok çocuksu olduğu söylenen bir ruha sahip biriymiş. Çevresindeki çocuklara büyücülük gösterisi gibi etkinlikler dahi düzenlermiş. Evinin bodrumunda sürüsüne bereket olan oyuncaklarından bazılarını da paylaşırmış. Ancak buradaki nokta elbette içindeki çocuğu kelimenin tam anlamıyla yitirmemiş olması. Hiçbir zaman oyuncaklar, hediyeler, ıvır zıvırlar almayı bırakmaması ve toplaması. Hikayelerine ilham bulmayı da buna bağlıyor, hayal gücünü sürekli diri tutmayı becermiş ve bunu kaybetmek istememiş. Mesela dinozorlar favorisi ve onlarla ilgili birçok hikayesi var. Topladığı her türden eşyayı öykülerine araç olarak görebilmesi çok hoş. Hem bunu yapabilmek için ek bir çaba sarf etmesine de gerek yokmuş, sadece olduğu kişi olmaya devam etmiş.


Bana kalırsa bu muazzam. Konuların dibine dalmaya başladığımızda, sıradan görünümlü olan hususların ne kadar detaylı, merak uyandırıcı ya da zorlu olabileceğini keşfediyoruz. Çocuksu kalabilmek, hayal gücünü köreltmemek ve bunu hayatın birçok köşesine işleyebilmek de bunlardan birisi, buna hiç şüphe yok. Kaldı ki bu türden davranışlar, lakayıt biri olduğumuz anlamına gelmez. Hayatta herkesin ciddi olacağı anlar da geliyor nasıl olsa.



Photo by Silvana Mool on Unsplash


Şimdi kamerayı birazcık geriye getirelim ve Bradbury’den yavaşça uzaklaştıralım. El değmişken, biraz da zamanda ve mekanda yolculuk yapalım.


Bradbury 1920’de doğdu ve 2012’de vefat etti. Hayatı boyunca, bilimkurgu, fantezi, distopya eserleri verdi. Bilimi iyi bildiğini söylemeyen biri olarak bu konuda aslında etkin biriydi ve tahminlerinden bazıları günümüzde benzer şekillerde de olsa gerçekleşmiş durumda. Distopya eseri Fahrenheit 451 ise bugün dünyada en çok bilinen ve önceden de yasaklanmış kitapların başında. Fantastik anlatısı da öncesinde bahsettiğimiz özgür ruhlu tavrından geliyor.


Fakat bunların hepsi saydığımız tarih aralığında oldu. Tarih, biraz karmaşık bir olgu. Yaşınıza göre, bahsedilen tarihler farklı anlamlar taşıyacaktır. Hatta bu, tabii olarak, yaşadığınız yere göre de değişecektir.


Ülkemize baktığımda bu tarih aralıklarını düşünüyorum. Haliyle öncesinde neler yaşandığını, insanların neler hissettiğini ya da düşündüğünü bilmiyorum. Herkes gibi ben de sadece okuyarak anlayabiliyor ya da ilgili konularda aile büyüklerine danışabiliyorum. Yine de, “Ülkemde sanatsal anlamda ne tür bir gelişme yaşandı ve bunlar halka ne kadar yansıyabildi?” şeklinde düşündüğüm zaman çağrışım yapan çok fazla şeyle karşılaşamıyorum.


Bu kesinlikle bilgisizlikten dolayı da olabilir. Kişisel olarak bilemiyor oluşumun yanı sıra ilgili kayıtların tutulması ya da artık elde bulunmaması da cabasıdır illa ki. Yine de şu anda Bradbury’nin izinden gitmeye çalışan bir birey olarak, ülkemde onun bir muadilini göremiyorum. Ya da eğer varsa, onun hakkında hiçbir şey duyamadım çünkü bilimkurgu, fantezi ya da distopya gibi edebi eserlerin ülkemdeki etkisinin belki de daha yeni yeni arttığını görebiliyorum.


Evet, ülkemizde çok fazla yazar adayı var, buna ben de dahilim. Nitekim, gün geçtikçe değerlenmekten ziyade içi boşalmaya başlayan bu kavramın yeri hala pek dolduruluyormuş gibi durmuyor maalesef.


 

Bunun ne ile alakalı olduğunu düşünmeye çalıştım bugün.


Ülkemizden dem vurduğum için, “Eğer bu saydıklarımın eksikliğini çekiyorsak o halde neyin zenginliğini yaşıyoruz?” diye düşünmeye başladım.


Yazılarımın fazla pesimist mesajlar içermesini istemiyorum ancak ülkece pek becerikli olduğumuzu, olanların da çok fazla sıyrılamadığını söylemem gerek. Yani bir yanda bir şeyleri yapamamak olduğu kadar yapılana sahip çıkamama, üste taşıyamam, önünü açamama gibi nedenler de var. Bunlar, bizde neden olmadığının başlıca nedenlerinden olabilir.


Esas soruya dönelim, bizde ne mevcut? Her dönem yeni nesli getiriyor. Bunlar haliyle kendine has olduğunu gördüğü ya da ait hissettiği ne ise onu seçiyor. Her zaman böyle oldu, böyle de olacaktır. Bir de öte yandan önceki nesillerin yeni döneme uyum sağlaması olayı var. Yani hem doğum yapıyoruz, hem büyüyoruz bir yandan da ölenlerimiz bile oluyor, başka bir nesli ve beraberindekileri kaybediyoruz.


Ülkece zevklerimiz her konuda sürekli olarak değişiyor. Kısa aralıklarla doğum yapıyoruz sanki ya da aklı bir karış havada ergen gibiyiz, kararlılık eşiğimiz düşük.


Edebiyat anlamında önceki nesillere baktığımda özellikle de yerli yazarların şiirleriyle çok içli dışlı oldukları izlenimi var bende. Sanki ceplerinde acil durumlar için tuttukları birkaç şiir varmış da kimse çaktırmıyormuş ya da sıradan buluyormuş gibi. Şimdiye bakınca herkes pek unutkan, her şey kayıtlı, hafızalar bomboş. Garip olan, kayıtları incelemeyi de sevmememiz veya etkili bulmamamız. Bu kafada şiir ne arar? Birkaç özlü söz hatırlamaktan başkasını yapamayız.


Zaman geçtikçe hafızamızı zorlamamız gereken konular sadece sınavlarda çıkacak soruların örneklerini ya da ilgili zorunlu formülleri ezberlemekten ibaret hale geldi. Dedikodular dijitalleşti, yazılar keza öyle. Anlar kaydedilmeye başlandı, hiç dönüp bakılmayan arşivler doldu taştı. Unutkanlık başladı çünkü kaslarımız yumuşadı.


Sorduğum sorunun cevabını bir türlü dillendiresim gelmiyormuş gibi görünebilir zira hala neye sahip olduğumuzdan çok neye sahip olmadığımızı anlatır gibiyim. Ancak sahip olduğumuz başlıca husus boşluğun ta kendisiydi. Şimdi görece daha somut bir şeylere odaklanalım.


Konu sanat, sanatın kolları. Dedim ya belli türlerde yazmayı sanki reddediyoruz ya da kale almıyoruz toplumca. Bahsettiklerim genelde hayal gücü bazlı içerikler, Bradbury bu yüzden hep öndeydi. Yakıtı hiç bitmiyordu kafasında, bizde ise hiç oluşmuyor.


Bizde var olanı tüketmek mevcut. En çok da bize benzeyeni tüketiyoruz hatta. Farklı olanı tüketmek, ihtilaflı bir husus gibi geliyor. Yani yeni olana yaklaşmak, benimsemek ya da en azından özümsemek tu kaka sanki. Yeniliğe karşı geleneksel bakış açımız üstün geliyor. Çekiniyoruz, içselleştiremiyoruz, korkuyoruz, sakınıyoruz. Basmakalıp hareketlerde bulunuyoruz. “Biz böyle yapmayız! Biz şunu etmeyiz!”


Tekdüze cümlelerle ve akılla yönetiliyor, yönlendiriliyoruz, yeni olana karşı gelmek bir noktada bize, yani yeniyi savunana bile sirayet edebiliyor. Ancak sevdiğimiz bakış açısını korumaya devam etmeli, yaş, mekan, zaman fark etmeksizin onu savunmalıyız. “Ben bunu yazmayı seviyorum! Ben şunu okumayı sürdüreceğim!”


Dram içindeki ülkemiz dramatize edilen konuları barındıran yapımlara aşık durumda, maalesef. Geri çekilip baktığımızda bunu net şekilde görebiliyoruz. Diziler, kitaplar, şarkılar… Popüler olması en ivedi olacak bütün çalışmalar bunları içeriyor. Çünkü toplumsal olarak kendimizi yakın hissediyoruz, içselleştirmek kolay oluyor ve de yeni değil hali hazırda deneyimlediğimize benzer olanları tüketiyoruz.


Rock-metal müzik, opera ve bale sanatı, fantastik anlatıya yer veren dizi ve filmler, korku romanları gibi dışta kalan ve ilk bakışta burun kıvırdığımız bu sanat kollarının işleyememesinin başlıca nedenleri yukarıda ele aldıklarımdır ki bunlar bile muhtemelen sadece birtakım nedenlerdir. İşte bizde bunlar vardır ve bunların mevcudiyetidir bizleri aşağı çeken. İnkılapçılık güçsüzleşmiştir.


İşin garip yanını söyleyeyim aslında sandığımızdan etkin hayal gücümüz, derin arzularımız ve altını eşelesek fışkıracak meraklı bir yapımız var sadece çok fena halde bastırılmış durumdayız. Bu, ailemizden, geleneklerimizden, arkadaş çevremizden, toplumumuzdan ya da kültürel ve politik dayatmalarımızdan dolayı bu şekilde.


Önüne geçmek için bireysel çabamızın ne kadar önemli olduğunu unutmamalı, Bradbury gibi diri tutmak için savaş vermeliyiz. Belki de topladığı oyuncaklar ona hangi dönem, yaş ya da yerde bulunursa bulunsun benliğini koruyacak olursa başarılı olabileceğini hatırlatıyordu. Bizim de bunu kendimizde bulmamız gerekecek. Bazen her şeye ve herkese rağmen sırıtacağız. Küçük gruplarla birbirimizi pohpohlayıp sırtına vuracağız. Şiirler ezberleyip, dijitalden kopmaya çalışarak beyin kaslarımıza egzersiz yaptıracağız. Yıldızlardan bahsedeceğiz, gidemeyeceğimiz yerleri düşleyeceğiz. Arada bir dinozorların isimlerini telaffuz etmeye çalışacağız ve bizden daha akıllı olan bıdıkların bu konuda bize üstün gelişlerini seyredip umudun hala bitmediğini içten içe tekrarlayacağız.


Sanatçı, sıradan olamaz. Asidir, farklıdır, eleştireldir, düşündürücüdür. Bunu, sevdiğimiz ya da iyi bildiğimiz çalışmalarımızla tekrarlamak gerek. Gerek ki, yarın geldiğinde o nesiller neyin üstüne basması gerektiğini bilsinler. Bradbury benim için üstüne inşa etmeye kıyamadığım ve kendime yakıştıramadığım bir sütun, bir temel; ancak o bunu gerçekleştirebildiği için gurur duyarak sanatını ölene kadar sürdürdü. Yaptıklarımızdan gurur duyduğumuz sanatımızla yaşamak şimdiden yarına verebileceğimiz en güzel hediye, öğreti, oyuncak.



Comentarios


bottom of page