top of page

Edebiyatta Kalıcı İzler Yaratmak

  • Writer: Sarnav
    Sarnav
  • Feb 24
  • 4 min read

Kitap seçimi hem şahsi hem de toplumsal etkiler etrafında şekillenebilen karmaşık bir süreç. Farkında olalım ya da olmayalım, seçim yaparken genellikle farklı kriterlere göre tercih yaparız. Bunlardan biri de tecrübeli, bilinir ve başarılı yazarlara yönelmek olabilir. Aslında gayet anlaşılırdır çünkü “eser geniş kitlelere yayıldıysa, onu kimse dilinden düşürmediyse, ortamlarda adı geçtiyse, çok da kötü olamaz” diye düşünülebiliyor. Bunlar, içinde bulundukları türe (genre) bağlı olarak kabul görmüş bazı eserler olabileceği kadar artık kalıplaşmış yani birer klasik haline gelmiş eserler olabilirler.


Klasikleşmiş eserler, dönemin koşullarına göre büyük bir etki yaratmış, geniş bir okur kitlesi tarafından benimsenmiş ve zamanla geçerliliği kanıtlanmış eserleri kapsıyor. Tabii ki bu bağlamda herkesin aklına birtakım farklı başlıklar gelse de, ortak bir zeminde buluşulması zaman almıyor. Bir de, yazarın ölümünden sonra klasikleşenler var. Döneminde anlaşılmayan veya sonradan bir şekilde ilgi gören çokça eser oluyor.


Her ay okuduğum ve kulüplerde tavsiye ettiğim kitaplar üstünde düşünüyordum. Neden bu tarz seçimler yapıyorum, diye sorguladım. Aslında cevabımı yukarıda vermiştim. Arkadaşlarıma okuma zevki olabildiğince yüksek kitaplar sunma çabam beni (en azından seçimler yaptığım türün) klasikleşmiş eserlerinin üzerinde durmaya itiyor. Bu her zaman geçerli olmayabilir ancak ideal seçimlerin bu yönde olacağına inanıyorum. Sonuçta böyle bir bilinirlikleri varsa yeterince iyi olmalılar, öyle değil mi? Belki her zaman için bu durum geçerli değildir ama bu ayrı bir tartışma konusu.




“Onları klasik saymamızın nedenleri nedir?” düşüncesiyle konu üstünde biraz kafa yordum. Aklımdan hızlıca bu kategoriye koyabildiğim kitapları ve temalarını düşünmekle başladım işe. Görüyoruz ki, aslında ortak noktalarından biri zamansız olmaları ve bunu da sağlayan aslında evrensel temaların işlenmesi. Aşk, ölüm, adalet, toplumsal baskılar, özgürlük, yerel sorunlar gibi duygular ve dertler dünyanın neresinde olursak olalım, tarihin hangi döneminde yaşarsak yaşayalım ortaklık gösterebiliyor. Tam olarak aynı şekilde yaşanmamaları önem taşımıyor çünkü burada önemli olan var oldukları gerçeğidir. Bu da üzerinden kaç yüzyıl geçerse geçsin bizi o esere biraz olsun yakınlaştırabiliyor. Yazar ta o zamandan bizlerin kalbine ya da beynine dokunabiliyor.


Şüphesiz ki burada etkin olan sadece bu değil. Öyle olsaydı herkes bir formül edasıyla uygulardı bunu. Doğal olarak yazarın başarılı olması bunda büyük pay oynuyor. Değil yıllarını, tüm yaşamını buna adamak dile kolay bir iş. On yıllarca yazan kaç kişiyi tanıyoruz ki? Dil ve anlatımın gücünü olması gerektiği gibi kullanan ve bunun da üstüne çıkacak bilgi birikimi ve deneyimi kendinde bulan yazarın diğerlerinden üstün ve kaliteli olması gayet anlaşılır. Kendine ait yazı üslubunu oluşturan, başka bir romanı okurken dahi kendini hatırlatabilen yazarlardan bahsediyoruz sonuçta.


Sürekli olarak okunabilir olmalarının yanı sıra daha da çarpıcı olan bir nokta var. Belki her yaşa (her zaman) hitap etmiyor olabilirler fakat her döneme hitap edebiliyorlar ki fark yaratan kısım bence burası. Düşünün, siz ve sizden önceki birçok nesil okuyor ama aynı duygu ve düşünceler içinde bulunabiliyorsunuz. Bu üstatlar sizi de, farklı yaştan veya dönemden büyüklerinizi de, onları okuyan diğer yazarları da etkileyebilen, üstünde konuşulmasını sağlayan kişiler. Çünkü onlar, derinlikli eserleri sayesinde felsefi, sosyolojik veya psikolojik temaları alt metinlerde ustaca işlerler. Bunlar bir araya geldiğimiz ve farklı bakış açılarını dinlediğimiz kitap kulüplerimizde ve arkadaş ortamlarımızda iyi anlaşılıyor. Yani aslında yazar öyle bir yazıyor ki herkesten bir şey toplayacak hale geliyorsunuz. Muazzam bir olay.


Yenilikçi ve özgün konuları ele alanlar da var tabii ki. Bence bu daha çok türlerin içine girdiğimizde çarpıcı olarak gözlemlenebiliyor. Başta belirttiğimiz evrensel temaların aksine, farklı türlerin dallanıp budaklanması anlatımdaki ortak algıyı dağıtarak kendine has bakış açıları sunabilir. Bundan ötürü edebiyatın daha güncel ve modern kolları olan türlerde (fantezi, bilim kurgu, mizah gibi ilk bakışta akla gelmeyen türler) yeni ve detay konular, beklenmedik başlıklar veya alışılagelmedik anlatımlar da yeni bakış açıları getirebiliyor. Biraz daha cesur ve riskli olsalar da her türün kendine ait bir klasiği oluyor. Klasik kelimesinin ölçeği de tür bazında genişleyebiliyor böylece.




Durumu bu şekliyle ele alınca aklımdaki bir diğer soru için de yardımcı oluyor aslında. “Bir esere klasik diyebilmemiz için belli bir zaman geçmesi gerekli mi?” Şöyle kaba bir tahminde bulununca klasik diyebileceğimiz eserlerin en genci muhtemelen 50 küsur senelik olmalı. Yani aslında bu, en azından 1-2 nesillik bir farkın gerekliliğini anlatıyor. Çünkü değindiğimiz üzere, klasikler farklı dönemin beyinlerine de işlemiş ve benzer derecede kalıcılık bırakmış olmalı. Şahsen bir sürenin geçmesi gerektiğine inanıyorum. Toplumsal ve küresel bağlamda ele alınmaları lazım ve bu da sadece zamanla olabilir. Aksi takdirde, örneğin bu süreç eser popülerleştirilerek hızlandırılırsa, döneminin önüne geçemeyecektir.


Öte yandan klasiklerin en tarafsız özelliği belli bir millete ait olmaması veya belli bir milletten çıkmaması. Evet, her ülkenin kendi edebiyatı içinde klasikleşmiş eserler olacaktır ve bu edebiyatın zenginliği, doyuruculuğu, kalitesi hakkında bize ipuçları verecektir. Ancak bunun yanı sıra, küresel bağlamda ele aldığımız eserler milletlerden ziyade dünyaya ait olacak şekilde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Eserin özgün dilinde ya da değil, dünyanın her yerinde okutuluyorlar.


Tabii ki o dönem yazarın ya da ülkenin popülerliği bunda rol oynayabilir. Fakat bu türden magazinsel bir ayrım edebiyat camiasında kabul gören bir algı olmayacaktır. Zamanla bunların da oluştuğunu görmek mümkün. Fakat unutulmamalı ki böyle romanlar sevildiği kadar sevilmeyecektir de. Bu da ona “klasik eser” unvanından ziyade dönemsel popülerlik vasfı vermekten öteye gitmeyecektir. Çünkü hakkında çok konuşmak onu illa ki daha iyi bir noktaya taşımayacaktır. Aklınıza böyle kitapların geldiğini de biliyorum.




Son bir düşünce deneyi yapalım. Klasiklere anlamını yükleyen birçok kıstası yukarıda okudunuz. Şimdi, değinmediğimi düşündüğünüz noktaları da ele alarak cevaplayın. Sizce yeni klasikler neler olabilir?


Dikkatinizi çekmiştir, son yıllarda neredeyse her yeni kitap, “bestseller” olarak tanıtılmakta. Ancak bu etiket, eserin kalitesiyle her zaman paralel olmayabilir. Çünkü biliyoruz ki bunlar dönemsel başarı örnekleri. İçinde bulunduğumuz çağ ve beraberinde gelen dijital hızlı etkileşim buna ön ayak oluyor. Fakat aynı zamanda kısa ömürlü olmalarını da sağlıyor. Örneğin, hiçbiri bir Kafka olamayacak. Onun eserleri ölümünden sonra akademik ilginin (ki başka bir kriter olarak düşünebiliriz) artmasıyla klasikleşmeye başladı. Hangi çok satan için böylesine hummalı ve sevdalı bir ilgi duyulur bilmem ama genel anlamda neden bu kadar çok “bestseller” var diye sosyolojik bir araştırma yapmak daha mantıklı sanırım.


Bence ileride tür bazında ayrışan (yukarıda değinmiştik) eserlerin klasikleşmesi pek daha olası gibi duruyor. Çünkü var olanların üzerine çıkmak pek zorlu. Bunu başaracaklar olsa da (belki sizin gözünüzde vardır) iddialı bir sav. Bu yüzden de alt kategorilerde bu tahta oturanları göreceğimizi düşünüyorum. Bu yüzden daha ön görülü, seneler sonrasında yaşanacakları şimdiden ele alabilen, kavramlar yaratabilen, tüm bunları yaparken evrensel temalardan bütünüyle kopmayan, öncü olabilecek yazarlar ve eserleri bu hakka sahip olacaktır.

Comments


Let Me Know What You Think

Thanks for submitting!

© 2023 by Sarnav. Powered and secured by Wix

bottom of page