Bugün önceden yazmış olduğum bir hikayeyi tekrar okurken daha fazla dikkat kesildiğimi fark ettim. Zor olsa da eleştirel bir gözle bakmaya çalışırken buldum kendimi. Aradığım şey, anlatımı güçlü ve yeterli kılıp kılmadığımı gözlemlemekti.
O hikayede çoğunlukla uygun olan yerlerde kullanmış olsam da genel anlamda aklımda tam anlamıyla oturması gereken bir edebi araç var. İmgeleme.
Çok temel bir anlam olsa da bu kavram sadece hayal gücümüze etki etmekle kalmıyor. Kalmamalı da. Detaylara inip onu daha fiziksel kılabilecek yanlarını da etkili kılabiliriz. Bunun için de beş duyumuza düzgün bir biçimde etki edecek bir imgeleme yöntemi kullanılması lazım.
Herkesin beş duyusu aynı şekilde işlemez. Bundan ötürü, okuma yaparken ya da yazmayı icra ederken her bir duyuyla olan etkileşime dikkat etmek gerekir. Bunları en basit haliyle ifade etme gereği duymasam da değinelim.
Photo by Milo Miloezger on Unsplash
Görme İmgelemi
Bir manzara tarifi yaparken, renk ve şekilleri ifade ederken ya da karakterin görünüşünü aktarırken dikkat etmemizin daha kullanışlı olacağı türdür. O anda yapılan tarif ile okuru belki de daha önce şahit olduğu bir manzaraya geri götürmek ve nostaljik anılarını çağrıştırmak bizim elimizde. Renklerin tasvirini yaparken kabaca “daha önce görülmemiş bir renk” demek gibi manasız bir anlatım yapmak yerine, o rengi çağrıştıracak nesneleri sıralamak daha mantıklı olabilir. Belki de herkesin anlayacağı türden bir nesneye odaklanabiliriz.
İşitme İmgelemi
Sonbaharda dökülen yaprakların üstüne bastığımızda gelen o çıtırtı, pazar sabahı gözlerimizde çapaklarla yarı uyanıkken bir anda duyuverdiğimiz güvercinin tatlı sesi, yaşlı komşunun yan daireden gelen homurtusu, elektrik süpürgesinin kafa şişiren o tekdüze gürültüsü… Her birini zihninizde canlandırabildiniz öyle değil mi? Yazarken yansıma kelimeleri (onomatopoeia) kullanmayı unutmayın.
Koku İmgelemi
Gördük, duyduk ama bazen koklamak da gerekir. Hatta koku, en etkili duyulardan biridir. Eski bir parfümü kokladığınız gibi sevgilinizle olan ilk buluşmanızı hatırlayabilirsiniz. Yıllar evvel annenizin pişirdiği o yemeğin akşamında atılan kahkahaları anımsayabilirsiniz. Midenizin bulanmasına sebebiyet veren sevimsiz kokulardan kaçınma isteği taşıyabilirsiniz. Bence koku, aynı zamanda abartı sanatını kullanabileceğimiz yerlerden birisidir.
Tatma İmgelemi
En çeşitli duyulardan birisi de tatma duyusu. Eski fen bilgisi dersini hatırlayın. Ekşi, tatlı, tuzlu, acı duyular bir arada. Acı istersen sıcak, istersen baharatlı. Bir de o sonradan duyduğumuz ama hala pek anlayamadığımız umami var tabi. Beşinci tat dedikleri. Duyduğuma göre insanın dili bu dört beş tattan daha fazlasını ayırt etme gücüne sahipmiş ama muhtemelen adlandırmaları bu şekilde yaparak kategoriye sokuyoruzdur. Unutmadan umami, et içeren, “etli” diyebileceğimiz türden tatlar içinmiş. Mantar, yosun, deniz ürünleri ve etler bu kategoriye giriyormuş. Bunu bir hikaye anlatmaya çalışsaydık ne kadar başarılı olabilirdik acaba? Ayrıca şunu da düşünmeme neden oldu: aktarımımız ne kadar iyi olursa olsun, okur onu beş duyu organıyla daha önceden deneyimlemediyse tam olarak hissedemeyebilecektir, öyle değil mi?
Dokunma İmgelemi
Son olarak en geniş organlarımızdan biri olan derinin etkisi. Dokunmak dediğimiz zaman akla muhtemelen ilk olarak ellerimiz geliyordur. Halbuki sırtımızı yasladığımız kayanın sağlamlığıyla hissettiğimiz güven, denizin dibindeki yosunlara basarken hissettiğimiz iç gıcıklayıcı şaşkınlık ve endişe ya da uzun süre oturmak zorunda kaldığımızdan ötürü uyuşmaya başlayan bacak ve kalçalarımızın verdiği uyuşuk rahatsızlığı da aktarabilmemiz yine dokunma imgelemi sayesinde gelişiyor.
Peki bunları biliyoruz ama hangi amaçla ve nerede kullanılabilir ki bunlar?
Öncelikle bu aracın kullanım nedeni tabi ki anlatıyı güçlü ve canlı kılmakta yatıyor. Okurun anılarını canlandırmaktan veya direkt olarak duygularına erişmeyi sağlıyor. Anlatıya gerçekçilik katan bir yanı var; artık sinemaya en yakın hissedebileceğimiz anın belki de bu gibi anlar olması gerekiyor. Dürüst olmak gerekirse bunun gerçekleşmesi biraz da okurun hayal gücünün aktifliğinde yatıyor.
Bir hikaye anlatımının dışında nerelerde kullanılabilir diye düşündüğüm zaman aklıma reklamlar geliyor. Özellikle de gıda ve alakalı tüketim ürünlerinin nasıl da capcanlı bir biçime sokulduğunu hepimiz biliyoruz. Olayları daha da mükemmelleştirmek için görsellerin yanı sıra, iyi bir ses tonu ve etkili bir anlatım şart. Dikkat edin, o hamburgeri televizyonunuz sessizde iken aynı şekilde istemeyeceksiniz.
Şiirlerde, şarkılarda, filmlerde yer alan ve çok büyük önem taşıyan bu aracın bence bir diğer en büyük etki alanı muhtemelen çocuk kitapları ve çizgi filmler olabilir. Çocukların ve yetişkinlerin algısı bütünüyle aynı çalışmıyor olabilir, bu yüzden onlara yönelik imgelemeler daha detaylı ve sağlıklı şekilde oluşturulmak zorunda olabilir. Tatlı atıştırmalıkların anlatımı, pastel tonların vurgusu ya da enerjik ve heyecanlı seslerin çağrıştırılması çocuklar adına daha ön plandadır ve gereklidir.
Özellikle çocuklar için düşünecek olursak bu edebi aracın kullanımı, dikkat çekici ve teşvik edici önem taşıyabilir, hayal gücünü geliştirebilir, öğrenmeyi kolaylaştırabilir, duyusal deneyimi artırabilir ve empatiyi/duygusal bağ kurmayı güçlendirebilir.
Elbette, tekrarlamakta fayda var, bunları abartılı ve yersiz yapmak yerine bilinçli ve sağlıklı bir şekilde aktarmak büyük önem arz etmektedir. Bununla beraber her zaman söylediğim gibi: sırf iyi para kazandırabilir düşüncesiyle herkes çocuk hikayesi yazmamalı.
Ne kadar ilginç aslında öyle değil mi? Beş duyu organımızla tecrübe ettiklerimizi anlatının detayına göre sadece bir tanesiyle (göz) elde edebilir hale geliyoruz. Bu büyü gibi bir şey değil de nedir? Buna benzer muhtemelen çok az şey vardır hayatta. Başka bir örnek olarak gözümüzle gördüğümüz, okuduğumuz kelimelerin yine kafamızın içinde yankılanması, bize ait olsun olmasın başka bir ses aracılığıyla içimizden geçip gitmesi gibi. Sanki altıncı bir duyu gibi.
Comments