Yazımı yazmadan evvel edebiyat alanındaki farklı bir konuya değinmek isterken düşündüğüm şekli veremedim ve canım sıkıldı. Başarısız hissedince bir süre sonra kendimi toparlamaya giriştim. O esnada aklıma yazarların ne türlü çileler çekmiş olabileceği konusu geldi. Bir kısmıyla ilgili anlatılanları biliyordum ama derinlemesine araştırıp başkalarını da öğrenince kendime geldim. Başarısızlığın ne kadar insani olduğunu ve herkesin başına gelebileceğini hatırlatan bir gün oldu. Bunun verdiği hissi size de geçirebilmek adına paylaşmamın olumlu etki edebileceğini düşündüm.
Geçen sene öğrendiğim bir bilgi Stephen King ile alakalıydı. Yazdığı ilk eserin adı “Carrie” ve bunu tam bir hayal kırıklığı olarak niteliyor. Daha basım için yollamadan ilk eleştirisi kendisinden gelince tüm kurgusunu çöpe atıyor. Zamanını boşa harcadığını ve eserin asla satmayacağını düşündüğünden yapıyor bunu.
Sonraki gün eşi çöpten çıkarıp bitirmesini rica ediyor ve o da boyun eğiyor. Gönderdiği yayıncılar çoğunlukla olumsuz yorum yapıyor ve 30 kez reddediliyor. Nihayet kabul edildiğinde ise milyonlar satıyor ve filmi çekiliyor.
Daha öncesinde kısa hikâye yazmış olsa da, Agatha Christie, ilk romanını 22 yaşında yazıyor. Benzer bir sürece o da tanıklık etmiş elbette, birçok yerden ret yemiş. Tavsiye üzerine ikinci romanını yazmaya başlıyor. İlk romanı asla basılmıyor ve ikinci romanı da zar zor kabul ediliyor. Kaldı ki onda da son kısmın değiştirilmesi isteniyor.
Dergiler, takma adlar altında yaptığı tüm gönderilerini reddediyor. Gönderdiği bazı eserlerini de gözden geçiriyor ve sonunda gerçek adıyla, eklediği yeni başlıklarla birlikte yayınlıyorlar.
Photo by Brian McGowan on Unsplash
Dünyanın en çok satan yazarlarından biri hakkında konuşalım: J. K. Rowling. İlk milyarder yazar olmayı beceren Rowling’in serüveni de kolaylıkla başlamamış.
İngiliz yazar, işsiz ve çocuğuyla baş başa kalan bir anneyken hikâyeleri üzerinde çalışıyor. İlk eseri bittikten sonra 12 farklı yerden reddediliyor. En sonunda kabul aldığında ise editörü ona bir tavsiye veriyor. Çocuk kitapları yazarak hayatını geçindiremeyeceğini belirtip öğretmenlik yapmasını belirtiyor.
25 yaşında düşünüp yazmaya başladığı eserini 32 yaşında yayımlatabilen Rowling, tüm seriyi tamamladığında 42 yaşındaydı ve dünyanın tarihinin en çok satan serisinin sahibiydi.
Ona göre “Harry Potter”, hayatında tattığı en büyük başarısızlıkmış. Ancak buna tutunabilmiş ve düştüğü yerden harika bir dönüşüm gerçekleştirebilmiş.
J.R.R Tolkien’in ise bambaşka bir hikâyesi var. Aslında bir profesör olan Tolkien, maddi açıdan değil daha çok prestij ve zaman açısından başarısızlık içinde bulmuş kendisini.
Aslında çocuklarına yatmadan evvel anlatmak istediği hikâyeleri kitap haline getiren ve “Hobbit” adıyla 1937 yılında yayımlayan Tolkien, sonraki kitabı için uğraşmaktadır. Bu kitabı ise “Silmarillion”dur.
Bunu yayımlayan Allen & Unwin, “Hobbit”i de yayımlayan kişilerdir ve Tolkien ile olan anlaşmalarına göre, kitabın devamı yazıldığı takdirde taslağının ilk olarak kendilerine gönderilmesini isterler. Böyle de olur fakat “Silmarillion” reddedilir.
1950 yılında, “Yüzüklerin Efendisi” kitabını yazdığını ve “Silmarillion” ile birlikte yayımlanmasını istediği bir mektubu onlara yazar. Çünkü eserler birbirini tamamlayıcı anlatıları barındırmaktadır. “Yüzüklerin Efendisi”ni yayımlamaya sıcak baksalar da diğeri için aynısını düşünmemektedirler. Unutmayın ki bunlar uzun kitaplar. Maliyetleri de hem yayınevi hem de yazar açısından epey tuzlu. Tolkien bunun kârlı bir iş olmadığının da farkında.
Fakat Tolkien bu reddedilişinden sonra artık sinirlenir. Kendisine, iki kitabın mümkünse birleştirilerek tek bir cilt olarak basılmasını da tavsiye etmişlerdir ancak o kabul etmez. Bunun üzerine “ya her iki kitabı da basın ya da hiçbirini” şeklinde belirttiği mektubuna cevap olarak iki kitabının da basılmayacağını öğrenir.
Gemileri yakan Tolkien sinirlenmeyi bir kenara bırakıp, süreç esnasında görüştüğü (anlaşmaları gereği öncelik olarak onlarla mektuplaştığından artık bir bağlılığı kalmamıştı) diğer yayıneviyle anlaşma sağlamaya çalışır. Başlangıçta her şey iyidir ancak onlar da zamanla uzunluk konusunda endişelenir ve kısaltma yapmalarını isterler. Tolkien tekrar işinin başına düşer.
Sene sonuna kadar iki kitap da tam olarak hazır değildir ve basımları olmaz. Anlaştığı kişi hastalanır, olaylar gecikir. Önceki yayınevinden mektup alır ve tekrar anlaşmaya varmak istediklerini söylerler. Tolkien onları başından savan bir yazı yazar.
1952 senesi gelip çatmışken çok bir ilerleme yoktur ve Tolkien hayal kırıklığı içindedir. Bu uğraşını artık zaman kaybı olarak görmeye başlar. Bunu anlaşmalı yayımcısına da bildirir. Cevap olarak kitabın uzunluğunun yarattığı problemi, basım maliyetini ve başka bir editöre göndermesi konusunda tavsiyeyi içeren bir mektup alır.
Yılın ortasına gelindiğinde Tolkien eski yayımcısına umutsuz bir biçimde özür mektubu yollar ve sadece “Yüzüklerin Efendisi” kitabının basılması konusunda anlaşmak ister. “Hobbit” kitabından beri onun edebi yanını sevdiklerinden ona bir şans tanırlar ancak bir şartları vardır.
Kitapların satışından edilen kâr, basım masraflarını tümüyle karşılamadan evvel Tolkien tek bir kuruş bile kazanamayacaktır. Maliyetli ve riskli bir işe girdiklerini belirten yayınevi kendisine dönen yazarı bu şekilde ikna eder. Sonrasındaki satışlarda ise, normalde %10’luk alacağı payın %50 olması şeklinde kararlaştırılır. Bu da demek oluyor ki Tolkien’in bu işten kazançlı çıkabilmesinin tek yolu haddinden fazla başarılı olması gerektiğidir.
Toplamda üç cilt olarak basılan kitabın ilk iki kısmı 1954 yılında, sonuncusu ise 1955 yılının sonuna doğru yayımlanır. Eser daha birkaç ay geçmesine rağmen çok başarılı olur ve masrafını çıkarır. Üstüne üstlük hiç kazanmadığı kadar kazanmaya başlar. Bu esnada ise yaşı 64’tür.
“Silmarillion” ise o hayattayken basılamamıştır. 1973 yılında vefat eden Tolkien’in ardından bu kitap, oğlu Christopher Tolkien tarafından 1977 yılında (birtakım düzenleme ve eklemelerle beraber) yayımlanabilmiştir. Şimdi ise dünya tarihinde en çok sevilenlerden ve fantezi kurguya yön veren eserlerdendir.
Photo by oliver spicer on Unsplash
Bir de, konu hakkındaki okumalarımın yanı sıra, yazarların söyledikleri var elbette. Bazılarına değinelim isterim. Direkt olarak onlardan alıntılayacağım.
On iki yaşında yazar olmayı kafaya koyan ve benim de en sevdiğim yazarlardan olan Ray Bradbury’nin, “Snoopy’s Guide to the Writing Life” kitabı için yazdıklarından bir kesit paylaşıyorum.
“Evimin birkaç odasının duvarları reddedilen kar fırtınalarıyla kaplıydı ama ne kadar güçlü bir insan olduğumun farkında değillerdi; sebat ettim ve bin tane daha korkunç kısa öykü yazdım, bunlar da reddedildi. Sonra, kırklı yılların sonlarında, gerçekten de kısa öyküler satmaya başladım ve dördüncü on yılımda kar fırtınalarından bir tür kurtuluş elde ettim. Ama bugün bile, son kısa öykü kitaplarımda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ve İsveç'teki tüm dergiler tarafından reddedilen en az yedi öykü var! Yani, sevgili Snoopy, bundan cesaret al. Kar fırtınası sonsuza dek sürmez; sadece öyle görünür.”
Yazımızın başında değindiğimiz Stephen King, karakteri gereği hala kişisel eleştirmenliğini koruyor gibi görünüyor. Kabul etmesi zor ancak gelişmemiz için gerekli olan noktaya tekrar değiniyor.
“Reddedilmenin çok faydalı olabileceğini düşünüyorum, özellikle de çalışma gerçekten iyi değilse. Yayınlanırsa, kendinizi büyük bir utançla geriye bakarken bulmanız neredeyse kesin!”
Tutkulu ve ısrarcı yazarlara seslenen ve yüzlerce eseri olan, bilim kurgunun babalarından Isaac Asimov ise şöyle belirtiyor.
“İşlerinizi sürekli olarak göndermeye devam etmelisiniz; taslağınızın çekmecede kafasını yemekten başka bir şey yapmasına asla izin vermemelisiniz. Başka bir eser üzerinde çalışırken o eseri tekrar tekrar göndermelisiniz. Yeteneğiniz varsa, bir miktar başarı elde edersiniz - ama sadece ısrar ederseniz.”
Son olarak, günümüzün en etkili yazarlarından Neil Gaiman ise eserlerindeki gibi çılgın bir ifadeye yer vermiş.
“Yazar olmak, başarısızlığa izin vermeyen bir tür çılgın egoya sahip olmaya yardımcı olur. Bir ret mektubuna verilecek en iyi tepki bir tür çılgınlık, şeytani bir sırıtma ve klavyenin başına oturup ‘Tamam, sizi p*çler. Bunu reddetmeyi deneyin!’ diye mırıldanmak ve ardından o kadar inanılmaz derecede parlak bir şey yazmaktır ki, diğer tüm yazarlar bunu okuduktan sonra kalemleriyle karınlarını deşeceklerdir, çünkü yazacak bir şey kalmamıştır. Çünkü ret mektupları gelecektir. Ve eğer kitaplarınız yayınlanırsa, kötü eleştirilerin de geleceğini garanti edebilirsiniz. Omuz silkip devam etmeyi öğrenmeniz gerekecek. Ya da bırakır ve gerçek bir iş bulursun.”
Photo by Francesca Hotchin on Unsplash
Bana kalırsa, okuduklarımızı da ele alacak olursak şunları unutmamak gerek: Her kim olursak olalım başarısızlık her daim bizimle beraber olacak. Bunu kabullenmek işin en zorlu ama yararlı parçası. Dönemler her birimizi ümitsizliğe sürükleyecek olsa da, bu konuda da yalnız olmadığımızı görebilmek gerekli. Bunun o an ne gibi bir etkisi olup olmayacağını tartışmayacağım ancak bunun gerçekliğin bir parçası olduğunu (sonradan da olsa) kavrayabilmemiz bizim yararımıza. Kaldı ki, ne sadece bizim başımıza geliyor ne de son kez gelecek.
Öte yandan, devrin ve türün önemli yazarları bile bunlara maruz kalmış durumdalar. Şunu anlayabiliriz ki, bu sadece maddiyat ve bilgi birikimi meselesi değil aynı zamanda biraz da şans meselesi.
Yazarların yaşadıklarını ve alıntılarını değerlendirirken: bulundukları ülkeyi, dönemi ve taşıdığı kafa yapısını, edebiyatın (ve ilgili türün) geçerliliğini ve yaşamlarındaki kişisel zorluklarını araştırmak en gerçekçi ve sağlıklısı olacaktır.
Comments